* * *
( Biri ) dedi ki: Kusurumuz var. ( Mevlâna ) buyurdu ki:Kim bu düşünceye düşer, ah ne haldeyim, neden böyle yapıyorum derse bu, dostluk ve yardıma uğrayış delilidir. “ Azarlayış kaldıkça sevgi de vardır ” derler. Çünkü dostlar azarlanır, yabancılar azarlanmaz. Amma azarlayışta da fark var. İnsanı dertlendiren, müteessir eden, akıllandıran azar, sevgiye, yardıma delildir. İnsana dert vermiyen, geçip giden azar, sevgiye delil olmaz. Hani tozu gitsin diye halıyı döverler ya, akıllılar buna azar demezler. Fakat baba, çocuğunu, adam sevdiğini döverse buna azar derler; sevgi delili, böyle bir vakitte meydana çıkar. Şu halde mademki kendinde bir dert, bir pişmanlık görüyorsun; bil ki bu, Tanrının yardımına, sevgisine delildir. Kardeşinde bir ayıp görüyorsan o ayıb, sendedir de onda görüyorsun. Dünya aynaya benzer. Kendini onda görüyorsun sen. Çünkü “İnanan, inananın aynasıdır.“ O aybı kendinden gidermeye bak. Çünkü ondan inciniyorsun demektir.
Dedi ki : Bir fili, su içsin diye bir su kaynağına götürdüler. Fil, kendini suda görüyor, başka bir fil var sanıyor, ürküyordu. Bilmiyordu ki kendinden ürkmektedir. zulüm ediş, kin güdüş, hırs, insafsızlık, ululuk gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin. Bil ki kendinden ürkmedesin, kendinden incinmedesin. İnsan, kendi kelliğinden, kendindeki çıbandan iğrenmez; yaralı elini yemeğe sokar, parmağını yalar, gönlüne hiç de bir tiksinti gelmez. Fakat bir başkasında küçücük bir çıban yahut azıcık bir yara görse onun yediği yemekten tiksinir, o yemek, içine sinmez. İşte kötü huylar da kelliklere, çıbanlara benzer. İnsan, bunlar kendisinde oldu mu incinmez; fakat bir başkasında bu huyların pek azını bile görse ondan incinir, tiksinir. Sen ondan ürküyor, kaçıyorsun ya, o da senden ürker, incinirse mazur gör; senin incinişin de onun için bir özürdür; çünkü sen onu görünce inciniyorsun ya, o da aynı şeyi görüyor da senden inciniyor. “ İnanan, inananın aynasıdır “ dedi, “ kafir, kafirin aynasıdır “ demedi. Amma bu, kafirin aynası yok demek değildir; onun da aynası vardır amma aynasından haberi yoktur.
Bir padişahın gönlü daralmıştı, bir ırmak kıyısına oturmuştu. Beyler, ondan ürküyorlar, korkuyorlardı. Hiçbir suretle gülmüyordu yüzü. Bir maskarası vardı; pek yakındı ona . Beyler onu çağırdılar: Eğer dediler, padişahı güldürebilirsen sana şu kadar dünyalık veririz. Maskara, padişahın yanına gitti, fakat ne kadar çalıştı-çabaladıysa bir türlü güldüremedi. Padişah ona bakmıyordu ki bir maskaralık yapsın da onu güldürsün; boyuna suya bakıyor, başını kaldırmıyordu bile. Maskara, padişaha, suda ne görüyorsun dedi. Padişah, bir kaltaban görüyorum deyince maskara, a alemin padişahı dedi, bu kul da kör değil ya.
İşte buna benzer hani; sen onda bir şey görüyor da inciniyorsan o da kör değil ya, senin gördüğünü o da sende görür.
Ona karşı iki “ben” olamaz; oraya iki “ben” sığamaz. Sen de “ben” diyorsun, o da “ben” diyor.
Ya sen onun önünde öl, ya o senin önünde ölsün de ikilik kalmasın.
Fakat o ölmez, buna imkan yok. Ne dış alemde ölür o, ne zihinde; çünkü “O, bir diridir ki ölmez.” Mümkün olsaydı ikilik kalksın diye senin için ölürdü de hani; bu kadar da lütfu vardır onun. Madem ki onun ölmesine imkan yok, sen öl de o sana tecelli etsin, ikilik kalksın-gitsin.
İki kuşu birbirine bağlasan, ikisi de aynı cinstendir, iki kanat dört kanat olmuştur, fakat gene de uçamazlar; çünkü arada ikilik vardır. Fakat ölü bir kuşu, diri bir kuşa bağlasan diri kuş uçar; çünkü ikilik kalmamıştır.
Güneşte öylesine bir lütuf var ki yarasaya karşı ölür; amma buna imkan yoktur da a yarasa der, lütfum herşeye ulaşmış, sana da ihsanda bulunmayı isterim. Sen öl; çünkü senin ölmen mümkün. Öl de ululuk ışığımdan faydalan, yarasalıktan çık, yakınlık Kafdağı’nın Zümrüdüanka’sı ol.
Tanrı kullarından bir kulda bile kendisini bir dost için feda etme gücü vardır. Böyle bir kul, Tanrıdan dostunun sağlığını istemedeydi. Tanrı kabul etmiyordu. Ses geldi, ben onu istemiyorum dendi. O Tanrı kulu ısrar etmede, duadan vazgeçmemedeydi. Tanrım diyordu, onun sağlığını dilemeyi gönlüme veren sensin; bu istek gitmiyor benden. Sonunda ses geldi: Dileğinin olmasını istiyorsan başını ver, sen yok ol, kalma, geç-git şu dünyadan. O kul, Yarabbi dedi, razı oldum. Öyle yaptı, dost için başıyla oynadı da işi oldu. Bir kulda bu lütuf olur, bir gün bile, önü-sonu, bütün dünya ömrüne değen ömrünü feda ederse o lütfu yaratanda böyle bir lütuf olmaz mı? İmkan mı var buna? Madem ki onun yok olması mümkün değil, bari sen yok ol-gitsin.
Ağır canlı biri geldi de büyük bir kişinin üst tarafına geçti-kuruldu. ( Mevlâna ) buyurdu ki:
Işığın üst yanında olmuşlar yahut alt yanında olmuşlar, ne fark onlarca? Işık yücelik dilerse kendisi için dilemez; maksadı, başkalarına fayda vermektir; başkalarının da ışığından faydalanmasını ister. Yoksa mum nerde olursa olsun, ister aşada bulunsun, ister yukarıda, her halde de mumdur o. Mumun da yeri mi ? Onlar ölümsüz güneştir. Dünyada mevki, yücelik dilerlerse maksatları şudur: Halkta onların yüceliğini görecek göz yoktur; onlar isterler ki dünya tuzağıyle dünya ehlini avlasınlar da halk, öbür yüceliğe yol bulsun, ahiret tuzağına düşsün. Hani Mustafa da Mekke’yi, başka şehirleri, onlara muhtaç olduğundan zaptetmiyordu; herkese yaşayış bağışlamak, aydınlık vermek, görüş lütfetmek için zaptediyordu. “ Bir avuçtur bu avuç ki vermiye alışmıştır; almıya alışık değildir.”
Onlar halkı aldatırlar amma bağışta bulunsunlar diye aldatırlar, onlardan bir şey almak için değil. Bir adam, hileyle kuşcağızları tuzağa düşürmek, onları yemek, satmak için tuzak kurar; buna düzen derler. Fakat bir padişah, kendindeki hünerden haberi bile olmıyan değersiz, acemi doğanı tutup elinde-bileğinde besleyip terbiye etmek, yüceltmek, ona avlanmayı belletmek için tuzak kurarsa buna düzen demezler. Görünüşte düzendir amma doğruluğun, verginin, bağışın, ölüyü diriltmenin, taşı la’l haline getirmenin, ölü erliksuyunu insan şekline sokmanın ta kendisidir; hatta bunlardan da üstün birşeydir bu. Doğan, kendisini niçin tutuyorlar, bunu bir bilseydi yeme muhtaç olmazdı da canla-gönülle tuzağı arardı; padişahın eline kendiliğinden uçar, konardı.
Halk, onların sözlerinin dış yüzüne bakar da der ki: Biz, sözleri çok işittik. İçimiz, kat-kat dolu bu sözlerle. “Kalblerimizde kılıf var; hayır, Allah küfürleri yüzünden lanet etmiştir onlara “. Kafirler, gönüllerimiz bu çeşit sözlerin kılıfıdır, bu sözlerle dop-doluyuz biz derler de Tanrı, onlara cevap vererek buyurur ki: Haşa, gönülleriniz bu sözlerle değil, vesveselerle, hayallerle, ikilikle, hatta lanetle doludur. Çünkü “küfürleri yüzünden Allah lanet etmiştir onlara.” Keşke o hezeyanlardan boş olsaydı da bu sözlerin bir kısmını kabullenseydiler; fakat bu kabiliyet de yok onlarda. Gözleri, bir başka renk görsün, Yusuf’u kurt görsün; kulakları bir başka türlü ses duysun, hikmeti saçma-sapan bir söz saysın, gönülleri bir başka renge boyansın, vesveselerin, hayallerin yeri-yurdu olsun diye Ulu Tanrı, onların kulaklarını, gözlerini, gönüllerini mühürlemiştir.Gönülleri kışa dönmüştür; çeşitli şekiller, çeşitli hayaller, kat-kat yığılmıştır gönüllerine; buzdan, soğuktan ne varsa derilmiş, toplanmıştır gönüllerinde. “Allah, gönüllerine ve kulaklarına mühür vurmuştur ve gözlerinde de örtü var onların.“ Hatta bunlarla dolu olduğunu söylemenin de yeri mi? Ne onlar, ne onlarla övünenler, ne de soyları-sopları,
ömürleri boyunca gerçeğin kokusunu bile duymamışlardır, gerçeğe ait bir tek söz bile işitmemişlerdir. Bir testi var, Ulu Tanrı onu bazı kimselere suyla dolu gösterir, onları bu suyla suvarır, kanakana içerler. Bazı kimselere boş gösterir, dudakları bile ıslanmaz. Testiden su içemiyen ne diye şükretsin? Bu testiyi dolu gören kişi şükreder.
Ulu Tanrı, “Allah Adem’in balçığını kırk gün yoğurdu “ hükmünce onu düzdü-koştu, bunca zaman yeryüzünde kala-kaldı. Lanet olasıca İblis, yere inmişti. Adem’in kalıbına rasladı. O kalıba girdi, damarlarında döndü dolaştı; iyice seyretti; kanla dolu olan damarlarını, sinirlerini, hıltlarını gördü. Dedi Ki: Arş ayağında görmüştüm, bir iblis yaratılacak diye yazılıydı. Eyvahlar olsun, şaşarım doğrusu İblis bu değilse; olsa-olsa budur mutlaka.
Esenlik size dedi de kalktı ( Mevlâna ).
Mevlâna Celaleddin Rumi
FİHİ MA-FİH
Çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı
Sayfa 19,20,21,22
Derleyen: : Ayhan
FİHİ MA-FİH
Çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı
Sayfa 19,20,21,22
Derleyen: : Ayhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder