Nâzım Hikmet'in bilinmeyen ziyareti
Nâzım Hikmet’in Moskova’dan getirilen kişisel eşyası ve özel belgeleri, 19 Ocak’tan itibaren İstanbul’da sergilenmeye başlandı. Başta üstat Doğan Hızlan olmak üzere araştırmacılar, tarihçiler, büyük şairin bugüne kadar bilinmeyen şiirlerini-yazılarını ortaya çıkardılar. O halde biz de Nâzım Hikmet’in pek bilinmeyen bir ziyaretini kaleme alalım.
Soner YALÇIN
NOT DEFTERİ
sonery@hotmail.com
YIL 1952. Haziran ayı ortaları...
Yer Çin-Kore sınırını oluşturan Yalu Nehri kenarı... Muzaffer Kıran, Kazım Ün, Muzaffer Senburç, Tahsin Sarı, Halil İbrahim Çınar, Mahir Açıkgöz, Faruk Pekerol, Halil Bulut, Mustafa Özbalyoz, İsmail Demirdelen, Osman Şengül, İbrahim Balcı, İsmail Arslan, Hacı Baran, Durmuş Küçük, Halil Birkan, İbrahim Altınok...
Kore Savaşı’nda Türk birliklerinden 5’i subay, 3’ü astsubay, 226’sı asker, toplam 234 Mehmetçik esir düştü.
Hemen hepsi 20’li yaşlarının baharındaydı.
İki yıldır kamptaydılar.
Yedi kamp vardı; Beyaz Amerikalılar, siyah Amerikalılar, İngilizler, subaylar, Güney Koreliler, sürgün kampı ve Türklerin, Amerikalıların, İngilizlerin, Fransızların, Yunanların ve Filipinlilerin ortak kullandıkları 5 No’lu kamp.
Saçları, sakalları, tırnakları uzamıştı. Yüzleri, boyunları, elleri kalın bir kir tabakasıyla örtülüydü. Bir deri bir kemiktiler. Bitlenmişlerdi.
Kiminin yarasını kurt kaplamıştı. Yemek yok denecek kadar azdı.
Özellikle kışlar zorlu geçti. Bu zorlu şartlara dayanamayıp kaçmaya teşebbüs edenler oluyordu. Ama hep yakalanıp hapse atılıyorlardı.
Günleri, barakalarda saatlerce propaganda dinleyerek geçti. Çin milli marşı ezberletilmişti.
SÜRPRİZ ZİYARETÇİ
O gün yine barakadaydılar.
Türk esirler ders yaparken ziyaretçileri olduğu söylendi.
Şaşırdılar. Kimdi gelenler?
Gelenler; İtalya, Yunanistan ve Fransa gibi çeşitli ülkelere ait Dünya Barış Konseyi üyeleriydi.
Gelenler, kendi ülkelerine ait esirlerin bulunduğu barakalara gitti.
Türk esirlerin bulunduğu yere gelen isim ise Nâzım Hikmet’ti.
Şairi karşılayan; Kunuri Savaşı’nda yaralanarak esir düşen Gelibolulu Üsteğmen Fevzi Gürgün oldu.
Hiçbiri Nâzım Hikmet’in kim olduğunu bilmiyordu. Oysa Kore’ye giden subaylar arasında Nâzım Hikmet hayranları vardı.
Tıpkı Yüzbaşı Bahattin Gökçin gibi.
Yüzbaşı Gökçin, Kore’deki istirahat günlerinde arkadaşlarına hep Nâzım Hikmet’ten şiirler okumuştu.
Esir kampındaki Türk askerleri temsilen konuşan Üsteğmen Fevzi Gürgün, yaşadıkları yerlerin gayri insani olduğunu söyledi: "Sefalet içindeyiz. Açız. Hastayız. İlaç vermiyorlar. Beynimizi yıkamak için sürekli propaganda yapıyorlar. "
Sonra Nâzım Hikmet konuştu. Ne konuştuğunu daha sonra "Mektup" şiirinde şöyle yazdı:
"
MEKTUP
Veli oğlu Ahmet
General Klarkın piyade eri
Kore (...)
çıkarsın evden
karşında bir müjde gibidir dünya.
İşte böyle bir dünyaydı artık Kuzey Koreli için
her sabah
her akşam
her gece memleket.
Söz hürriyetindi.
Toprağı bölüşmüştüler.
Demiryolları
altın,
gümüş,
kömür,
ovada yağmur,
dağda rüzgár,
deniz
bulut,
güneş,
çocuk bahçeleri, hastaneler, okullar
ve fabrikalar milletindi.
Bahtiyardılar.
Kimi öldürmeğe gidiyorsun Ahmet? (...)
Bilmeyen var mı?
Yaktınız
ekinleri,
şehirleri uçurdunuz.
Ve onların en ucuz ölüm âleti sendin, Ahmet, (...)
Ne halt edeyim? deme Ahmet,
teslim ol.
Hâneni,
köyünü,
memleketini seviyorsan şu kadarcık
teslimol.
Hâneni,
köyünü
memleketini,
seni, celebe satanlara
söylenecek bir çift sözün varsa Ahmet,
teslim ol.
Yitirmedinse insanlığını
çoluk çocuk naşıyla dolu bir çukurda,
teslim ol.
Biz Türkler yiğitizdir.
Yiğitliğin zerresi kaldıysa sende,
teslim ol.
Teslim ol ananın başı için,
teslim ol Türk halkı adına,
Ahmet, kardeşim,
kardeşlerine teslim ol. ,,
Türk esirleri, Nâzım Hikmet’in konuşmasından etkilendi mi?
Pek değil.
Sadece M.D. ve Ş.B. isimli askerler, şaire mektup yazdılar.
Ancak bu iki askere, diğer Türk esirlerin tavrı çok sert oldu; dayak attılar.
Komünistlere karşı en sert tavrı Türk askerleri gösteriyordu.
Ufacık bir tavize bile yanaşmıyorlardı. Çünkü kendilerine kızgındılar.
Esir olmayı kabul edemiyorlardı. "Türk’e esaret yakışmaz" diyorlardı. Esaret onlara utanç veriyordu. Halbuki hemen hepsi yaralı olarak ele geçirilmişti. Ama yine de esirlik duygusundan kurtulamıyorlardı. Bu nedenle kamp yönetimiyle bile konuşanları dövüyorlardı.
Nâzım Hikmet esir kampından sonra Pekin’e gitti. Gördüklerinin etkisi midir bilinmez; kalp krizi geçirdi.
Yıllar sonra 12 Haziran 1959’da; Kore Savaşı’yla ilgili bir şiir daha yazdı. Savaş sırasında gördüğü bir olaydan yola çıkıp, TBMM’ye sormaya ihtiyaç bile duymadan Kore’ye 4 bin 500 Mehmetçiği gönderen Başbakan Adnan Menderes’e hitaben "Diyet" şiirini yazdı:
,,
DİYET
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
Bakarsınız kürsüden Meclis’e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin. (...)
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore’de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. (...)
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak, diyetimi istiyorum,
alacağım da.,,
Mehmetçiğin ölüme gönderilmesine sert muhalefet yapan Nâzım Hikmet bir daha ülkesine dönemedi. Moskova’da öldü...
Barış görüşmelerinin ardından, Kore’deki Türk esirler 5 Ağustos 1953’te serbest bırakıldı.
Kamplardaki olumsuz şartlara dayanan sadece Türkler oldu.
Örneğin, esir 7 bin 245 Amerikalı askerden 2 bin 806’sı ölmüştü. 21 Amerikalı asker ise komünist olup ülkelerine dönmeyi reddetti.
Türk esir askerleri ise hiç kayıp vermeden döndü.
Dirençleri ABD’de araştırma konusu oldu!
Adnan Menderes;
1960 devriminden sonra,
Yüce Divan tarafından yargılanarak
idam edildi...
Derleyen: Ayhan Görür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder