14 Aralık 2006

Annesinin mezarı başında...Atatürk



* * *













* * *


ATATÜRK ANNESİNİN MEZARI BAŞINDA
27.1.1923

“Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün bir ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm, yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zulmün, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kuraldışı yolsuz yönetimin kurbanlarından biridir. Bunu açıklamış olmak için; izin verirseniz, acılı yaşamımın belirgin birkaç evresini aydınlatayım:
Abdülhamit günlerinde idi. 1905 yılında okuldan kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Ama bu ilk adım hayata değil zindana rastladı. Gerçekten de beni bir gün aldılar ve yolsuz yönetimin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annem bunu ancak ben zindandan çıktıktan sonra duydu. Ve hemen beni görmek için koşup İstanbul’a geldi. Ama orada kendisi ile ancak üç-beş gün konuşabildim. Çünkü yeniden o kötü yönetimin jurnalcıları, casusları ve cellatları oturduğumuz yeri sarmış, beni yine alıp götürmüşlerdi. Anam ağlayarak arkamdan geliyordu. Beni sürgüne götürecek olan vapura arkamdan geliyordu. Beni sürgüne götürecek vapura bindirirlerken o kadar çok istediği halde benimle görüşmesi yasaklandı da göz yaşları içinde Sirkeci rıhtımında tek başına kaldı. Sürgündeki korkutucu günlerimi o, gönül kaygıları ve göz yaşları ile geçirdi. Sonra; Mütareke yıllarında ben Anadolu’ya geçince de annemi yine kaygılı ve kuşkulu olarak İstanbul’a bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin bana arkadaş diye verdiği bir adam vardı. Onu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman annem tek başına geldiğini duyunca, benim için Padişahın verdiği “a s ı l s ı n” fermanının yerine getirildiğini sanıp inmeli oldu. Ondan sonrası savaş ve uğraş yılları onun günlerini hep kaygıya, derde ve üzüntüye boğan nedenlerle dolu geçti. Böylelikle, düşmanlar kadar padişah da ona baskı yapmış, kaygı vermiş, acı yüklemiş oldu.
Oturduğu evler, bin türlü nedenlerle ikide bir basılırdı, aranırdı. Kendisini sıkıştırırlar, bilmediği şeyleri söyletmek isterlerdi. Annem o zamanlarda üç buçuk yıllık bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları yüzünden neredeyse gözlerini yitirecekti. Ancak şu son bir iki yıl içinde onu İstanbul’dan kurtarıp yanıma getirebilmiştim. Ona kavuştuğum zaman o artık yalnız duygularıyla yaşıyordu.
Annemi yitirmekten çok üzüldüm. Ama benim bu acımı gideren bir avuntum var: Anayurdu yoksulluğa, yokluğa sürükleyen yönetimin, artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem, şimdi bu toprağın altındı; ama bu toprağın üstünde Anayurt bütünlüğü ve
ulus egemenliği dünyanın sonuna kadar sürecek gidecek; beni avutan en etkili güç işte budur. Evet, ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Annemin ve bütün atalarımın ruhunu tanık tutarak vicdanımdan kopan andı bir daha söyleyeyim:

Annemin mezarı önünde ve
Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim. Ulus egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun. “

Bugünün Diliyle
ATATÜRK’ÜN SÖYLEVLERİ
Bugünkü dile aktaran
Behçet Kemal Çağlar
Sayfa: 92,93
TÜRK DİL KURUMU YAYINLARI

Derleyen: Ayhan Görür

Hiç yorum yok: