30 Ocak 2008

İstiklâl Marşını Dinlerken...Cahit Sıtkı Tarancı




ATATÜRK


İSTİKLÂL MARŞI



İstiklal Marşını Dinlerken

Borazancıbaşı borazancıbaşı
Akşamları batan güneşe karşı
Alışılmış bir ibadet gibi
Çaldığınız o İstiklâl Marşı
Yıllardır her kulakta yer etmiş
Gür nâmesiyle tutarken arşı
Az rastlanır bir hûşû içinde
Ayakta dinleriz bütün çarşı

Hayal gibi vehim gibi bir şey
Sanki memleketin dağı taşı
En sâdık bekçisi tarihimin
Kesilir ansızın şehit nâşı
Bu meçhûl askerler mahşeriyle
Hatırlatır o yaman savaşı
Yanık türkülerinden biliriz
Yemen çölünü Sarıkamış'ı

Kurduna kuşuna sor söylesin
Neydi Türkün o günkü telâşı
Karalar giymişti Anadolu
Kan bir yandan bir yandan gözyaşı
Sürmedi çok şükür o kıyâmet
Gecenin birinde fecre karşı
Güneşten evvel doğdu ufukta
Mustafa Kemal'in altın başı

Vatan sevgisinin
mihenk taşı


Cahit Sıtkı Tarancı


Caddebostan, Kadıköy
Ocak 2008
Photograph by Ayhan Görür

29 Ocak 2008

Barış...Ritsos



Efes,İzmir,Turkey

Ritsos

20. Yüzyıl Yunan şiirinin büyük ustalarından Ritsos, 1909'da Peloponnesos Monemvasia'da doğdu. On yedi yaşında Atina'ya gitti. İlk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. Epitaphios (1936) adlı kitabı Atina'daki Zeus tapınağında törenle yakıldı. Siyasal görüşleri yüzünden Metaksas ve Papadopulos dönemlerinde Ege adalarında sürgün olarak yaşadı. Ayışığı Sonatı (1956) adlı kitabıyla Ulusal Şiir Ödülü'nü, 1976'da Etna-Taormina Şiir Ödülü'nü ve pek çok uluslararası ödül kazandı.
Ritsos, öğretilemelerle örülü şiirlerinde, Yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. İnsanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu sonsuz ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir.
11 Kasım 1990'da Atina'da öldü.
(kaynak:www.siir.gen.tr)


Athens, Parthenon, Greece

BARIŞ

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık!
Işık! - diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.

Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Ritsos

Kadıköy, İstanbul
Photograph by Ayhan Görür

28 Ocak 2008

TARANCI.-... Nurullah Ataç


in life and death by Xio xenna

G Ü N C E

* *
1956-1957

Tarihsiz

TARANCI.-
Varlık dergisinin 15 kasım sayısı geldi,
Cahit Sıtkı Tarancı üzerine yazılar var...
Hepsini okumadım daha, okuyacağımı sanmıyorum.
Gene de dergiyi bırakamıyorum elimden,
karıştırdıkça tatlı bir üzünç duyuyorum.
Cahit Sıtkı'yı yanımda görür,

kendisiyle konuşur gibi oluyorum.
Ne iyi bir arkadaştı!
İçer içer ne dediği anlaşılmaz olurdu,
gene de bir gülüşü vardı,

güven verirdi kişinin içine.

Söyledim,
pek aldırmam ozanların, yazarların ölümüne.
Kendileri öldükten sonra da yaptıkları kalır,
onları okuruz.
Bir ozanın ölümü,
yırlarının( şiirlerinin) son okunduğu gündür.
Ondan sonra ise
onun yaşamış olduğunu da, ölmüş olduğunu da
kimse bilmez.

Bu böyle ya, avutmuyor kişiyi.
Ozan Cahit Sıtkı Tarancı'yı,
istedim mi betiklerinde bulabilirim.
Ya arkadaş Cahit Sıtkı'yı?
Onu da arayınca gönlümüzde bulabiliriz,
diyeceğim,
yetmiyor bu kişioğluna?

Nurullah Ataç

Caddebostan, İstanbul
Ocak 2008

Photograph, Ayhan Görür

ATATÜRK...Cahit Sıtkı Tarancı





ATATÜRK

Atatürk'üm
eğilmiş vatan topraklarına
Görmedim tunç yüzünde böylesine geceler
Atatürk n'eylesin memleketin yarasına
Uçup gitmiş elinden eski makbul çareler

Nerde İstiklâl Harbi'nin o mutlu günleri
Türlü düşmana karşı kazanılan zaferi
Hiç sanmam öyle ağarsın bir daha tanyeri
Atatürk'üm ben ölecek adam değilim der

Git hemşerim git kardeşim toprağına yüz sür
O'dur karşı kıyıdan cümlemizi düşünür
Resimlerinde bile melûl mahsun düşünür
Atatürk'üm kabrinde rahat uyumak ister

Varlık, 1.4.1947

Cahit Sıtkı Tarancı

Anıtkabir, Ankara

Derleyen: Ayhan Görür

27 Ocak 2008

Nâzım Hikmet'in bilinmeyen ziyareti...Soner Yalçın



Nâzım Hikmet'in bilinmeyen ziyareti

Nâzım Hikmet’in Moskova’dan getirilen kişisel eşyası ve özel belgeleri, 19 Ocak’tan itibaren İstanbul’da sergilenmeye başlandı. Başta üstat Doğan Hızlan olmak üzere araştırmacılar, tarihçiler, büyük şairin bugüne kadar bilinmeyen şiirlerini-yazılarını ortaya çıkardılar. O halde biz de Nâzım Hikmet’in pek bilinmeyen bir ziyaretini kaleme alalım.

Soner YALÇIN


NOT DEFTERİ

sonery@hotmail.com

YIL 1952. Haziran ayı ortaları...
Yer Çin-Kore sınırını oluşturan Yalu Nehri kenarı...
Muzaffer Kıran, Kazım Ün, Muzaffer Senburç, Tahsin Sarı, Halil İbrahim Çınar, Mahir Açıkgöz, Faruk Pekerol, Halil Bulut, Mustafa Özbalyoz, İsmail Demirdelen, Osman Şengül, İbrahim Balcı, İsmail Arslan, Hacı Baran, Durmuş Küçük, Halil Birkan, İbrahim Altınok...
Kore Savaşı’
nda Türk birliklerinden 5’i subay, 3’ü astsubay, 226’sı asker, toplam 234 Mehmetçik esir düştü.
Hemen hepsi 20’li yaşlarının baharındaydı.
İki yıldır kamptaydılar.
Yedi kamp vardı; Beyaz Amerikalılar, siyah Amerikalılar, İngilizler, subaylar, Güney Koreliler, sürgün kampı ve Türklerin, Amerikalıların, İngilizlerin, Fransızların, Yunanların ve Filipinlilerin ortak kullandıkları 5 No’lu kamp.
Saçları, sakalları, tırnakları uzamıştı. Yüzleri, boyunları, elleri kalın bir kir tabakasıyla örtülüydü. Bir deri bir kemiktiler. Bitlenmişlerdi.
Kiminin yarasını kurt kaplamıştı. Yemek yok denecek kadar azdı.
Özellikle kışlar zorlu geçti. Bu zorlu şartlara dayanamayıp kaçmaya teşebbüs edenler oluyordu. Ama hep yakalanıp hapse atılıyorlardı.
Günleri, barakalarda saatlerce propaganda dinleyerek geçti. Çin milli marşı ezberletilmişti.

SÜRPRİZ ZİYARETÇİ
O gün yine barakadaydılar.
Türk esirler ders yaparken ziyaretçileri olduğu söylendi.
Şaşırdılar. Kimdi gelenler?
Gelenler; İtalya, Yunanistan ve Fransa gibi çeşitli ülkelere ait Dünya Barış Konseyi üyeleriydi.
Gelenler, kendi ülkelerine ait esirlerin bulunduğu barakalara gitti.
Türk esirlerin bulunduğu yere gelen isim ise Nâzım Hikmet’ti.
Şairi karşılayan; Kunuri Savaşı’nda yaralanarak esir düşen Gelibolulu Üsteğmen Fevzi Gürgün oldu.
Hiçbiri Nâzım Hikmet’in kim olduğunu bilmiyordu. Oysa Kore’ye giden subaylar arasında Nâzım Hikmet hayranları vardı.
Tıpkı Yüzbaşı Bahattin Gökçin gibi.
Yüzbaşı Gökçin, Kore’deki istirahat günlerinde arkadaşlarına hep Nâzım Hikmet’ten şiirler okumuştu.
Esir kampındaki Türk askerleri temsilen konuşan Üsteğmen Fevzi Gürgün, yaşadıkları yerlerin gayri insani olduğunu söyledi: "Sefalet içindeyiz. Açız. Hastayız. İlaç vermiyorlar. Beynimizi yıkamak için sürekli propaganda yapıyorlar. "
Sonra Nâzım Hikmet konuştu. Ne konuştuğunu daha sonra "Mektup" şiirinde şöyle yazdı:
"
MEKTUP
Veli oğlu Ahmet
General Klarkın piyade eri
Kore (...)

Hani bahar sabahları vardır, Ahmet,
çıkarsın evden
karşında bir müjde gibidir dünya.


İşte böyle bir dünyaydı artık Kuzey Koreli için
her sabah
her akşam
her gece memleket.


Söz hürriyetindi.
Toprağı bölüşmüştüler.


Demiryolları
altın,
gümüş,

kömür,
ovada yağmur,

dağda rüzgár,
deniz
bulut,
güneş,

çocuk bahçeleri, hastaneler, okullar
ve fabrikalar milletindi.
Bahtiyardılar.

Kimi öldürmeğe gidiyorsun Ahmet? (...)

Bilmeyen var mı?
Yaktınız

ekinleri,
şehirleri uçurdunuz.


Ve onların en ucuz ölüm âleti sendin, Ahmet, (...)

Ne halt edeyim? deme Ahmet,
teslim ol.


Hâneni,
köyünü,
memleketini seviyorsan şu kadarcık
teslimol.

Hâneni,
köyünü
memleketini,
seni, celebe satanlara
söylenecek bir çift sözün varsa Ahmet,
teslim ol.

Yitirmedinse insanlığını
çoluk çocuk naşıyla dolu bir çukurda,
teslim ol.

Biz Türkler yiğitizdir.
Yiğitliğin zerresi kaldıysa sende,
teslim ol.

Teslim ol ananın başı için,
teslim ol Türk halkı adına,
Ahmet, kardeşim,
kardeşlerine teslim ol. ,,

Türk esirleri, Nâzım Hikmet’in konuşmasından etkilendi mi?

Pek değil.
Sadece M.D. ve Ş.B. isimli askerler, şaire mektup yazdılar.
Ancak bu iki askere, diğer Türk esirlerin tavrı çok sert oldu; dayak attılar.
Komünistlere karşı en sert tavrı Türk askerleri gösteriyordu.
Ufacık bir tavize bile yanaşmıyorlardı. Çünkü kendilerine kızgındılar.
Esir olmayı kabul edemiyorlardı. "Türk’e esaret yakışmaz" diyorlardı. Esaret onlara utanç veriyordu. Halbuki hemen hepsi yaralı olarak ele geçirilmişti. Ama yine de esirlik duygusundan kurtulamıyorlardı. Bu nedenle kamp yönetimiyle bile konuşanları dövüyorlardı.
Nâzım Hikmet esir kampından sonra Pekin’e gitti. Gördüklerinin etkisi midir bilinmez; kalp krizi geçirdi.
Yıllar sonra 12 Haziran 1959’da; Kore Savaşı’yla ilgili bir şiir daha yazdı. Savaş sırasında gördüğü bir olaydan yola çıkıp, TBMM’ye sormaya ihtiyaç bile duymadan Kore’ye 4 bin 500 Mehmetçiği gönderen Başbakan Adnan Menderes’e hitaben "Diyet" şiirini yazdı:
,,
DİYET
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle

Bakarsınız kürsüden Meclis’e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.

Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,

vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin. (...)

Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore’de harcadınız, Adnan Bey.

Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. (...)


Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak, diyetimi istiyorum,
alacağım da.,,

Mehmetçiğin ölüme gönderilmesine sert muhalefet yapan Nâzım Hikmet bir daha ülkesine dönemedi. Moskova’da öldü...
Barış görüşmelerinin ardından, Kore’deki Türk esirler 5 Ağustos 1953’te serbest bırakıldı.
Kamplardaki olumsuz şartlara dayanan sadece Türkler oldu.
Örneğin, esir 7 bin 245 Amerikalı askerden 2 bin 806’sı ölmüştü. 21 Amerikalı asker ise komünist olup ülkelerine dönmeyi reddetti.
Türk esir askerleri ise hiç kayıp vermeden döndü.
Dirençleri
ABD’de araştırma konusu oldu!

Soner Yalçın

Adnan Menderes;
1960 devriminden sonra,
Yüce Divan tarafından yargılanarak
idam edildi...

Derleyen: Ayhan Görür

26 Ocak 2008

If You Forget Me-Unutursan Beni...Pablo Neruda/Madonna





Madonna - If you forget me - Pablo Neruda



If You Forget Me

I want you to know
one thing.

You know how this is:
if I look
at the crystal moon, at the red branch
of the slow autumn at my window,
if I touch
near the fire
the impalpable ash
or the wrinkled body of the log,
everything carries me to you,
as if everything that exists,
aromas, light, metals,
were little boats
that sail
toward those isles of yours that wait for me.

Well, now,
if little by little you stop loving me
I shall stop loving you little by little.

If suddenly
you forget me
do not look for me,
for I shall already have forgotten you.

If you think it long and mad,
the wind of banners
that passes through my life,
and you decide
to leave me at the shore
of the heart where I have roots,
remember
that on that day,
at that hour,
I shall lift my arms
and my roots will set off
to seek another land.

But
if each day,
each hour,
you feel that you are destined for me
with implacable sweetness,
if each day a flower
climbs up to your lips to seek me,
ah my love, ah my own,
in me all that fire is repeated,
in me nothing is extinguished or forgotten,
my love feeds on your love, beloved,
and as long as you live it will be in your arms
without leaving mine.

Pablo Neruda


Unutursan Beni

Bilmeni istediğim bir şey var.

Biliyorsun nasıl olduğunu:
baktığımda kristal aya,
ikircikli güzün penceremdeki kızıl dalına,
ateşin yakınında dokunduğumda ince küle ya da odunun
buruşmuş bedenine,
her şey getirir beni sana,
sanki yaşayan her şey, koku, ışık, metaller,
beni bekleyen küçük teknelerdir,
senin adalarına doğru giden.

Pekâlâ, eğer azar azar sevmeyi bırakırsan beni,
bırakırım seni sevmeyi azar azar.

Eğer birden unutursan beni, arama o an beni,
çünkü unutmuş olurum çoktan seni.

Hayatımın içinden geçen bayrakların
bu dalgalanışını yayılmış ve çılgınca bularak,
köklerimin olduğu yüreğinin kenarında bırakmak istiyorsan beni,
iyi düşün,
o gün o saat kaldıracağım kollarımı ve köklerim gidecek uzaklara
başka bir toprağı aramaya.

Fakat eğer her gün, her saat hissedersen,
benim yazgım olduğunu bükülmez bir aşkla,
her gün beni aramak için yükselirse bir çiçek dudaklarına,
ah, sevgilim, ah nazlım,
o eski ateşteki alazlarım coşar yeniden,
ve bendeki hiçbir şey ne söner ne de unutulur,
aşkım beslenir senle,
ey sevgilim,
ve yaşadığın müddetçe,
kollarında olacak terk etmeden benimkileri.

Pablo Neruda

Çeviren: İsmail Aksoy “Kaptanın Dizeleri” nden
Şiir
www.newyorkmuhtari.blogspot.com
dan alınmıştır.


Derleyen: Ayhan Görür

Nâzım'ı Tanımak...Orhan Karaveli


ATATÜRK
İngiliz Gazetecilerle
,,
Başını yakmaya çalışıyorlar.
Ben tanırım, mert oğlandır o...

,,
Mustafa Kemâl Atatürk

Nâzım Hikmet Ran
,,
Toprağından sökülüp saksıya dikilmiş
dev bir kaktüs gibiydi.
Yeniden kendi toprağına döneceği günü,
sanırım bıkıp usanmadan bekleyecekti.
Ayrılırken gözleri dolu doluydu:

,
Beni de alıp götüremeyeceğine göre,
kucak kucak selâmlarımı götür bâri
eşe dosta, herkese.

Soran olursa, Moskova'da bir Türk Şairi var, dersin...
,
Nâzım Hikmet Ran
,,
Orhan Karaveli


Derleyen: Ayhan Görür

24 Ocak 2008

Müşterek Zahmet...Nâzım Hikmet Ran


Golden Summer Day


Müşterek Zahmet

Gözlerimiz
şeffaf
temiz
damarlardır
her damlada
demire can veren dehânın
bir küçücük
zerresi vardır
Şeffaf
temiz
damarlarıyla gözlerimiz
bir umman içinde birleşmeseydi eğer
her zerre
dağılsa idi başka bir yere
dinomalarla durmayanları çiftleştirerek
çelik dağları sof bir klak gibi
döndüremezdik!

Müşterek zahmetin şamateri
yakan
*** *** çevirir akan
istimar(?) ateşini
Şem'asız kibrit gibi söndüremezdik

Şeffaf
temiz
damarlarıyla gözlerimiz
bir umman içinde o kadar karıştı ki
kaynayan suda buzu
nasıl eritirse deniz(?)
işte biz de
birbirimizde
öyle kaybolduk

Yükseldi müşterek zahmetin şamateri!
Demire can veren dehayı bulduk

Moskova


*** *** ve (?) işaretleri metinde
okunamayan bölümleri işaret ediyor.

Nâzım Hikmet Ran

Şiir yeni bulunmuştur...
20 Ocak 2008, Hürriyet Gazetesi
Doğan Hızlan
Müşterek Zahmet, Yeni Hayat,
Halk İştirakiyyun Fırkası'nın Nâşiri-Efkârı,
İkaz Matbaası,
Ankara, 5 Ağustos 1922, Sayı: 18.s.6

Derleyen: Ayhan Görür

22 Ocak 2008

DEVRİM...Nurullah Ataç



"

Nurullah Ataç
1956 - 1957

Cuma, 27 Temmuz 1956

DEVRİM. - Büğün bütün acun (dünya) bir devrim çağı geçiriyor. Eski değerlerin çoğuna inanılmaz oldu artık. Şimdi kişioğluna yeni bir düşünüş aşılamağa çalışılıyor. Kim yapıyor bunu? Bilgi-severler (filozoflar) düşünürler, yazarlar, bilginler.

Buna karşı koymak isteyen akımlar var: Mussolini'nin "Fascisme"i, Hitler'in "ulusal toplumculuk"u gibi. Bunlar yeni düşünceyi, yeni dörütü istemiyorlar, eski düzeni, gücün sürdürebileceklerini sanıyorlar. Hepsi de "bourgeois" uygarlığını kurtarmaya çalışıyor. Mussolini ve Hitler ortadan kalktı, ektikleri bider (tohum) topraktan sökülmedi.

Onlar yeni düşüncenin yayılmasına engel olmaya uğraşıyorlar da, ortaklamacılık (communisme) yeni düşünceyi benimseyip yaymak mı istiyor? Bakmayın öyle demesine, kanmayın. Ortaklamacılık da eski değerleri savunuyor. Ortaklamacıların yeni bir uygarlık istedikleri yok, ancak "bourgeois" uygarlığını işçilerin yürütmesini istiyor. Bakın ortaklamacılar da yeni düşünceyi, yeni dörütü kötülüyor. Onlar, üstelik yasak etmeğe de kalkıyor. Mussoliniciler, Hitlerciler, Stalinciler yeni yırı (şiiri) yeni bedizi (resmi), yeni çalgıyı yerip atmakta öyle anlaşıyorlar ki! Bütün dövüşleri onların bir kardeş geçimsizliği...
Bunun içindir ki bir yandan öte yana kolayca geçebiliyorlar.

Büğün derinden derine anıklanmakta (hazırlanmakta) olan devrim, o akımların dilediği toplumsal devrim değil, bireyi sıkı altına alan, kişiliğin gelişmesini önleyen devrim değil, tersine, bireysel (ferdî) diyebileceğimiz bir devrim, bireyi kendi dileklerine, kendi eğilimlerine göre yaşamağa bırakacak, çoğunluğa karşı azınlığı da, bir başına kalmış kişiyi de koruyacak bir devrim. Hırısitiyanlık, "Tanrı, kişioğlunu kendi sınında (suretinde) yaratmıştır." diyerek kişioğlu saygısını aşılamağa, yaymaya çalışmıştır, kişioğlu Tanrı'ya benzediği için kutsal olduğunu söylemiştir. Büğün ise kişioğlunun salt kişioğlu olduğu için ulu olduğu, saygı görmesi görmesi gerektiği düşünüşü (fikri) belirdi. Doğa-üstü güçlerin baskısından, buyruğundan da kurtulmuş, aktöresini (ahlâkını) kendi kurup yaşamını kendi düzenleyecek bir kişioğlu... Gelmekte olan büyük devrim budur. Buna karşı koymağa çalışan akımların hepsi de - ister sağcı olsun ister solcu olsun - geriliktir, geriyen dönmedir. Baskıdan bıkmış, bağımsızlık isteyen bireyi
daha büyük bir baskıya alarak yola getireceklerini sanıyorlar.

Özgürlük, kişicilik...
Yarınki toplum bunlar üzerine kurulacaktır
.
Bunlara
karşı gelenler, bireyleri değersiz sanıp da kişiliğin özgürlük içinde gelişmesine bakmayanlar gerçekten devrimci değildir,
gerçek devrimi
durdurmaya çalışan kimselerdir.

Nurullah Ataç

Derleyen: Ayhan Görür

21 Ocak 2008

Önemli Olan...George Orwell


-Have we owercome that bottle-neck
in the high IQ types Johnson?

June
-George Orwell's 'Nineteen Eighty-four'
is published.

Atom

"
Önemli olan yaşamak değildir.
Başarmak hiç değildir.
Önemli olan insan kalmayı bilmektir.

George Orwell


Derleyen: Ayhan Görür

19 Ocak 2008

Bir Kıtacık...Cahit Sıtkı Tarancı


White-Eared Bulbul Song



Bir Kıtacık

Açmaz mı sandın gülü?
Dinle öten bülbülü.
Hallettik her müşgülü
Gönül zaviyesinden.

Cahit Sıtkı Tarancı

Derleyen: Ayhan Görür

17 Ocak 2008

Gün Eksilmesin Penceremden...Cahit Sıtkı Tarancı


Nûrumuz, Torunumuz, İPEK
Photograph by Ayhan Görür

Gün Eksilmesin
Penceremdem

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

Varlık, 15.12.1936


Cahit Sıtkı Tarancı


Derleyen: Ayhan Görür

16 Ocak 2008

Portre...Cahit Sıtkı Tarancı



Frida

Portre

Seveceğim hatun kişi
Saçı siyah gözü siyah
İllâ ki

esmer olacak


Dişi öylesine dişi
Âşık kolum akşam sabah
Belinde
kemer olacak


Edâsı edâ nâzı nâz
Yolda yordamda bitirmiş
Bir güzel
bizden olacak


Bir ömür boyunca kış yaz
Doyamayacağım tek yemiş
Sağ yanakta
ben olacak


Yeditepe, 1.11.1950


Cahit Sıtkı Tarancı


Derleyen: Ayhan Görür

Kar ve Hâtıralar...Cahit Sıtkı Tarancı




Ortaköy, Boğaziçi; İstanbul



Kar ve Hatıralar

Kar yağıyor, yine kar, yine mahşer gibi kar.
Sanki güller içinde gülen taze kadınlar,
Bana beyaz buseler, beyaz buseler yollar;
Sanki güller içinde gülen taze kadınlar.

Bir rüya görür gibi gözümde sevinçler var.
Beyaz bir sükût işte: kar yağıyor, kar, kar kar;
Sanırım ki uçuyor gözümde hatıralar.
Beyaz bir sükût işte: kar yağıyor, kar,kar, kar.



Cahit Sıtkı Tarancı

Beşiktaş, İstanbul

Derleyen: Ayhan Görür

15 Ocak 2008

Snow White New York...




Snow White New York

Oh, the weather outside is frightful,
But the fire is so delightful,
And since we've no place to go,
Let it snow, let it snow, let it snow.

It doesn't show signs of stopping,
And I brought some corn for popping;
The lights are turned way down low,
Let it snow, let it snow, let it snow.

When we finally say good night,
How I'll hate going out in the storm;
But if you really hold me tight,
All the way home I'll be warm.

The fire is slowly dying,
And, my dear, we're still good-bye-ing,
But as long as you love me so.
Let it snow, let it snow, let it snow


Sammy Cahn, Jule Styne (c)
1945


http://newyorkmuhtari.blogspot.com
Teşekkürler...


Derleyen: Ayhan Görür

13 Ocak 2008

Memleket İsterim...Cahit Sıtkı Tarancı




Onur Akın - Memleket İsterim




MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.


Cahit Sıtkı Tarancı
Varlık, 15.12.1937

Photograph by Ayhan Görür
Avanos,
Nevşehir

Derleyen: Ayhan Görür

9 Ocak 2008

Daha Akıllı Adam...George Bernard Shaw


George Bernard Shaw

"Akıllı adam aklını kullanır,
daha akıllı adam, başkalarının aklını da kullanır."



Derleyen: Ayhan Görür

İnsanlara nasıl davranmalıyız?...Johann Wolfgang von Goethe


Johann Wolfgang von Goethe

"İnsanlara oldukları gibi muamele edersek,
onları daha kötü kılarız.

Eğer onları olmaları gerektiği gibi ele alırsak,
olabilecekleri kadar iyi yaparız ."


Derleyen: Ayhan Görür