29 Mayıs 2006

Aşk Halik'in verdiği... Michelangelo

* *
LOVE
*
AŞK,
Yaratan'ın kendisine kadar yükselmesi için
insana verdiği kanattır.

Michelangelo

Derleyen, Ayhan Görür

28 Mayıs 2006

Sevmek... Sand

*

Hande (Görür) Salman

*
_/ Sevmek iki defa yaşamaktır._/

Sand

Derleyen, Ayhan Görür

PARADOX :Lütfen! Kuşunuza Danışınız- Please! Consult Your Bird... Ayhan Görür

* *
Lütfen!
Kuşunuza danışınız.
Onları aydınlatınız.
Câhil kalmasınlar.

Ayhan Görür

Oku adam ol, Virgül'ün (,) Azizliği...Ayhan Görür





*
Virgül'ün (,) Azizliği...


_/ oku adam ol baban gibi eşek olma _/
*
Oku adam ol baban gibi, eşek olma!

**

Oku adam ol, baban gibi eşek olma!





Derleyen: Ayhan Görür

25 Mayıs 2006

Fanatizm, Bağnazlık...Halil Cibran/Ayhan Görür

*














*
Irkının,
memleketinin
ve
benliğinin
bağnazlığından
bir karış ötesine yükselebilirsen
gerçekten İlâhına benzer hâle gelirsin.

Halil Cibran








... ve de dinsel yobaz düşüncelerinin

-aya gidilmediğine inanan insanlar var-


bir karış ötesine gidebilirsen

gerçek din yoluyla
İlâhına ancak yaklaşırsın...

Ayhan Görür

24 Mayıs 2006

Sevmek... La Fontaine

*
******

_/ Seven insan sevgisini söyler. _/
La Fontaine

Derleyen, Ayhan Görür

Savaş ve Kadın... Halil Cibran


*****
*****
_/ Bir kadın şöyle dedi:
Oğlumun öldüğü savaş nasıl kutsal olmaz!
_/

Halil Cibran

Derleyen, Ayhan Görür

23 Mayıs 2006

PARADOX : Balıklar ve "Su"... Serhan Büyükkeçeci

*



*

Balıklar ve "Su"


Okyanusun derinliklerinde bir grup balık sohbet ediyorlardı...

Bir ara içlerinden biri:
"- Arkadaşlar. Ben "su" diye bir şeyin var olduğunu duydum. Ne olduğunu bilen var mı?"
Düşünmeye başladılar. Ancak hiçbiri de "su"yun ne olduğunu bilmiyordu.

Bir balık:
"-Benim tanıdığım akıllı ve yaşlı bir balık var. O mutlaka bilir." dedi.
Hep beraber yanına gittiler.


Aynı soruyu ona da sordular:
"-Ey bilge balık. Biz "su" diye bir şeyin varolduğunu duyduk. Bu nedir, bize gösterebilir misin?"


Bilge balık hafif tebessüm etti ve:
"-Siz bana "su"yun olmadığı bir yer gösterin, ben de size "su"yu göstereyim.

Serhan Büyükkeçeci
Paradokslar

ve
Mantık Oyunları
s,63
TİMAŞ YAYINLARI

Derleyen, Ayhan Görür

Aşk... Mevlâna

**
Aşk,
öyle bir varlıktır ki,
onda doğu kimyası var.
Bir buluttur,
onda yüzbinlerce şimşek var.

Mevlâna Celâleddin Rumi


Derleyen, Ayhan Görür

Aşk... Stendhal

*

Lewis Ginter Botanical Gardens-Richmond, VA

*
Aşk,
çok renkli bir çiçektir;
fakat

yetiştiği yer
müthiş uçurumlar kenarıdır.

Stendhal

Derleyen, Ayhan Görür

22 Mayıs 2006

Üç Damla Yaş... Ayhan Görur

* * *


***
ÜÇ DAMLA YAŞ

gözbebeğimde

üç damla yaş durur
biri benim
biri senin
diğeri insanlık içindir

Ayhan Görür

PERSPECTİF... ÖZDEMİR ASAF

*
*
PERSPECTİF

Senin içine girdiğim zaman
Dışımda kalıyorsun

Senin dışında sana bakınca
İçime sığmayorsun


Özdemir Asaf

Derleyen, Ayhan Görür

21 Mayıs 2006

Güçlü-Güçsüz, Çalışkan-Tembel Üzerine... Özdemir Asaf


*


_/ "Şair"ce bir gözlem... _/ A.G


Özdemir Asaf




  • Güçlü tembellerin zararı kendilerinedir. Bunlar çoğunluk olan güçsüz çalışkanları kollarlar.

  • Güçlü çalışkanlar her zaman sayıca azdır.

  • Topluma yük olan güçsüz tembellerlerdir.

  • Güçlü çalışkanlar boyuna çalışır. İşleri çevirirlerken bir yandan güçsüz çalışkanları, bir yandan güçsüz tembelleri dengelemeye çalışır.

  • Güçlü tembeller seyircidirler. Ellerinden iş gelir, sürekli çalışmazlar.

  • Ellerinden iş gelmeyip, sürekli çalışmamak yüzünden işleri bozan güçsüz çalışkanlar ile sürekli çalışmak yüzünden işleri bozan güçsüz tembelleri, güçlü çalışkanlar boyuna iteleyip işleri yürütmeye çalışırlar.

  • Denge güçlü çalışkanlarla, güçlü tembeller arasında kurulmalıdır.

  • Aradaki güçsüz tembeller (2.2) ile güçsüz çalışkanlar (2.1) istihsali-istatistiki yaparlar.

  • /Öbürleri (1.1+1.2) verimi-değerlendirmeyi. **

2.2/Güçlü çalışkanlar 1.2/Güçlü tembeller 2.1/Güçsüz çalışkanlar 2.2/Güçsüz tembeller *


Özdemir Asaf Yuvarlağın Köşeleri s,154,155 Adam Yayınları "Şair"ce bir gözlem... Derleyen, Ayhan Görür

Eğer kişi... Ayhan Görür

*

*

Eğer kişi;
akıllı ve çalışkansa takdir et,
akıllı değil de çalışkansa dikkat et,
akıllı olup da tembel ise ikaz et,
hem akılsız hem de tembel ise def'et!

Anonim

(Bir işadamı,
"def'etmeyecek"
"imha edeceksin!" dedi.
Ona ............ denebilir mi?)

Derleyen, Ayhan Görür

Eşitlik Üzerine... Ayhan Görür

*
Lewis Ginter Botanical Gardens, Ricmond, VA

ne
benden rükû ne senden kıyam

selâmün aleyküm aleyküm selâm

rükû, A.i. Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi.
kıyam, A.i. 1.Kalkma. Ayakta durma. 2.Ayağa kalkma.
3.Namazın ayakta olan kısmı. 4.Nmaz. 5.Bir işe kalkışma.
6.Karşı koma, ayaklanma. 7.Ölümden sonra olacak olan
dirilme günü, kıyamet.
kıyamet, A.i. Dünyanın sonunda bütün ölülerin tekrar dirilip
toplanacakları zaman. 2.Büyük sıkıntı, belâ. 3.Gürültü, patırtı.
selâm, A.i. 1.Barış rahatlık. 2.Son,iyi ve hayırlı olma.
3.Fâni olmamış, zevalsizlik (Tanrı sıfatı). 4.Tanış. 5.Selâm.
selâme, Ai.Sâlim olma. 2. Emin olma. 3.İyi son. 4.Kurtulma.
5.(Ed.) İbarenin düzgün ve doğru olması.
aleyke, A.i. (Aley-k, -ke) Senin üzerine olsun. Esselâmü
aleyh, aley aleyh, aley-is-selâm, aleyke avnillah, Tanrı yardımı
senin üzerine olsun anlamında dua ve alkış sözü.
aleyküm, A..e. (aley-küm) sizin üzerinize olsun.
Selâmün aleyküm ve aleykümüsselâm.
(Mustafa Nihat Özön, Osmanlıca -Türkçe Sözlük)

Düzenleyen, Ayhan Görür

Tahsil cehâleti alır... Ziya Paşa

*
Tahsil cehâleti alır, eşeklik bâki kalır.
**
Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi
Âdem âdem olmayınca netsin âdem âdemi

Ziya Paşa


Derleyen, Ayhan Görür

Her Yüzüne Güleni... Ayhan Görür

*

*

her yüzüne güleni dost sanma
hep menfaat uğruna gelirler vecde

eğer va'd etmemiş olsaydı cennetini
etmezlerdi Allah'ına bile
secde

*
va'd etme, Söz verme

vecde, A.i Kendisinden geçecek derecede dalgınlık.
Kendisinden geçecek derecede Tanrı sevgisine dalma.
Yüksek heyecan.
vecdi, Vecde mensup, vecd ile ilgili.
secde, A.i.Namazda eğilip yere kapanma,
yüzünü yere sürme.


Can dostlarımdan Ali Ürgenç söyledi...

Derleyen, Ayhan Görür

16 Mayıs 2006

Hazreti Muhammed'in Veda Hutbesi


* * *Bu, Resulullah'ın (SAV) ziyaretçilere kapalı olan
Kabr-i Şeriflerinin bir görüntüsü.
Belki de müslümanların %0.1 i bile
bu görüntüyü izleme fırsatını yakalayamamıştır.
Lütfen, Allah rızası için bütün bildiklerinize
gönderin.
Allah Hepinizden razı olsun


* * *
PEYGAMBER EFENDİMİZİN
Son Hac Ziyareti Sırasında İrad Ettiği
VEDÂ HUTBESİ


  • "Ey insanlar!" Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
  • "İnsanlar!” Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke)nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
  • "Ashabım!” Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz
    ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
  • "Ashabım!" Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.
    Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam)Abbas'ın faizidir, lâkin ana paranız size aittir, ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.
  • "Ashabım!" Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
  • "Ey insanlar!" Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde
    ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan
    da sakınınız.
  • "Ey insanlar!" Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
  • "Ey müminler!" Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah'ın kitabı Kur' an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
  • "Müminler!" Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
  • "Ey insanlar!" Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah'ın meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğrasın. Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder .
  • "Ey insanlar!" Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın arab olmayana arab olmayanın
    da arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın
    da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada,Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz! şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
    (1) Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. (2) Allah'ın
    haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz. (3) Hırsızlık yapmayacaksınız. (4) İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir.
  • "İnsanlar!" Yarın beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz” diye şehadet ederiz.Bunun üzerine Resul'i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab!"

Derleyen: Ayhan Görür

İslâm Düşüncesinin Yapısı, Selef/ Kelâm/ Tasavvuf/Felsefe... Prof.Dr.Süleyman Uludağ


İSLÂM DÜŞÜNCESİNİN YAPISI
Selef/ Kelâm/ Tasavvuf/ Felsefe
S U N U Ş
Hz.Peygamber döneminde İslâm düşüncesi kayıtsız şartsız imâna dayanıyordu. Hz.Peygamber’in arkadaşları karşılaştıkları mes’eleleri O’na sorarak hallediyorlardı. Bununla birlikte imân esasları hakkında akıl yürütmek ve düşünmek yasaklanmış değildi. Hatta Hz. Peygamber şüphe ve vesveseyi taklidi iman’dan üstün görüyordu. O imân esasları hakkında şüphe izhar eden bir sahâbe için “Onun durumunu vesvese haline yükselten Allah’a ham dolsun “ (İbn Hanbel, I, 34) buyurmuş ve vesvesenin imânın esası olduğunu bildirmişti (Müslim, İmân, 211).

İslâm’da düşünce, taklidi imandan tahkiki imâna ulaşmak için vesiledir. Tahkiki imân ise kendisine tam mânâsıyla teslim olunan imândır. Hz.Peygamber ve arkadaşları imânı böyle bir imândı.
İlk bir buçuk asırlık zaman içerisindeki imân anlayışına selef akidesi adı verilir. Daha sonraki devirlerde de tartışmadan uzak bir imân sistemine sahip olan yâni selef akidesine mensup olan müslümanlar olagelmiştir.

İslâm coğrafya olarak genişlerken eski ve yabancı kültürlerle temas ediyordu. Özellikle Yunan felsefesinin Arapçaya çevrilme faaliyetlerinin H.2. asrın sonlarında yoğunlaşması, İslamın imân ilkeleri bu yabancı fikirlere karşı savunma zaruretini arttırdı. Kelâm ilmi bu zaruretin bir ifadesi olarak doğmuştur.

İslâm düşüncesinin bir başka yönünü teşkil eden tasavvuf, ayrı bir kurum olarak İslam dünyasında maddî refahın artıp müslümanlara Hz.Peygamber devrindeki mânevi hayatın özlemini duydukları H.2. asrın ortalarında doğdu. Tasavvuf bir hayat tarzı olarak Hz.Peygamber’in ve arkadaşlarının yaşayışlarını örnek alıyordu.

İslâm düşüncesin üç önemli unsurunu teşkil eden üç akım;
nassa kayıtsız şartsız teslimiyeti savunan selefiye, islâm ilkelerini savunmak için akla büyük yer veren kelâm ve İslâma özellikle kalbe yaklaşan tasavvuf sürekli etkileşim halinde bulunan akımlardır. Elinizdeki kitap bu ilişkilerin ana çizgilerini açıklamak ve büyük meseleler karşısında bulunan çağımız müslümanlarına, düşünce hayatında ortaya çıkan ihtilâflar karşısında hoşgörülü ve dayanıklı olmak gereğini duyurmak gâyesini taşımaktadır.
DERGAH YAYINLARI

Ö N S Ö Z
İnsan, mutlak gerçeği, varlığın ve hakikatin, dini gerçeklerin mahiyetini ve ilâhi mes’elelerin esasını ne ile bilir? Bu konuda esas olan bilgi elde etme vasıtaları nedir ?
Bu soruya Ehl-i sünnet âlimlerinin üç gruba ayrılarak üç farklı tarzda cevap verdiklerini görmekteyiz:

1. Nass ve nakil : Selefiyenin yolu,
2.
Akıl ve istidlâl: Kelâmiyenin yolu,
3.
Keşf ve ilham : Sufiyenin yolu.

Söz konusu sorulara verilen farklı cevaplar, 14 asırlık sünni tefekkür tarihinin her döneminde, aynı derecede ehemmiyetle tartışılmış “bilginin kaynağı ve elde edilmesinin vasıtası” (esbâb-ı ilim, epistemoloji) mes’elesini ortaya çıkarmış, hareketli, şiddetli ve bazan de insafsız münakaşaların konusu haline gelmiştir. Sünnî mezhepleri ile tarikatları arasında en büyük ihtilâf konusu olan ve tesirleri bütünüyle hâlâ devam etmekte bulunan bu konudaki nazariyeleri–tarih içindeki gelişmelerini bir yana bırakarak-ana hatlarıyla tasvir etmek ve gözden geçirmek gerekir.

Aslında bu üçlü tasnifin daha umumî bir inceleme ile bütün islâm mezheplerine tatbik etmek de mümkündür. Meselâ, Mutezilenin tesirinde kalarak akla fazla önem veren Şiiler bir “ Şii akılcılığı” nı (Şia rosyonalizmi), tasavvufun tesiriyle ilhama fazla değer veren Şiiler bir “Şii tasavvufu” nu (Şia mistisizmi) ve naslara daha fazla ehemmiyet veren Şiiler bir “Şii nascılığı” nı (Şia doğmatizmi) meydana getirmişlerdir. Üçlü ayrımı en umumi hatlarıyla ele alarak bütün dinlere tatbik etmek bile mümkündür.

Biz bu eserdeki mukayeselerde Sünniliğin içinde kalmaya, yani ortaya koyduğumuz fikirleri, Sünni olarak kabul edilen müellif ve eserlerinden alarak ispat etmeye gayret edeceğiz. İlkin selefiye ele alınacak, selefiyenin kelâm ve tasavvufa karşı tavrı ortaya konulmaya çalışıldıktan sonra ikinci olarak kelâmiye, üçüncü olarak da sufiye değerlendirilecektir. Daha sonra bu üç mektebin İslâmı tebliğ etmede takip ettikleri usuller araştırılacak son olarak da İslâm felsefesi üzerinde durulacaktır.

Burada üç hususu belirtmekte fayda görüyoruz:
a) Nakli esas alan selefiye, aklı esas alan kelamiye ve ilhamı esas alan sufiye, burada en aşırı şekilleri ve mümeyyiz vasıflarıyla ele alınarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Maksat belli bir düşünüş ve inanış biçimini ortaya koymaktır. Onun için bu üç mesleğin birbirine yakın ve bazan da yekdiğerinin aynısı olan hususların üzerinde durulmamış; tersine birbirinden uzak ve farklı özellikleri gösterilmiştir. “ Bu üç meslek ve mezhep içinde birbirine yakın ve çok mutedil tipler yoktur, “ diye bir iddia sahibi değiliz.

b) Selefiyede nakil, kelâmda akıl, tasavvufta ilham esastır, dediğimiz zaman; Selefiye akla, kelâm nassa ve ilhama, tasavvuf nakle ve akla önem vermez demek istemiyoruz. Bununla şunu anlatmak istiyoruz: Kelâm nassa ve ilhama da ehemmiyet verir, bunların faydasına inanır ve lüzumunu savunur ama kelâmda esas olan akıldır, nass ve ilham akla tabidir. Selefiye ve sufiye için de durum budur.

c) Şu hususu da ifade etmek gerekir. Biz hiçbir zaman bu üç yoldan birini tercih ve terviç etmenin gayreti içinde değiliz. Üç düşünce tarzının da İslam düşüncesine müsbet tesirlerinin olduğu kanaatindayız. Gayemiz asırlardır devam eden ve bugünde olanca gücüyle varlığını hissettirmekte olan Sünniliğin içindeki ihtilafların köküne inmek, bu çeşit mücadelelerin, itikâdi ve fikri mahiyetini tanıtmaktır.


G İ R İ Ş
KONUNUN MAHİYETİ

İnsan bilgisinin kaynağı ve elde edilme şekli ( epistemoloji ) felsefede başka, dinde daha başka biçimde ele alınmıştır. Bilgi teorisi (marifet nazariyesi) meselesi, felsefede değişik ekollerin meydana çıkmasına sebep olduğu gibi, dinde de muhtelif hareketlerin vücuda gelmesine yol açmıştır. Mânevi, ahlâki, ve ilahi gerçeklerin anlaşılmasında, mahiyetine en uygun tarzda kavranmasında ve doğruya en yakın şekilde tesbit edilmesinde ağırlık; ya nassa ve nakle veya akıl ve istidlale veyahut da keşf ve ilhama verilir. Bu konuda başka bir ihtimal yoktur. Bu duruma göre özellikle İslam aleminde ortaya çıkmış olan mezhep ve tarikatlar, ister istemez temelde bu üç esastan birine dayanacaklardır. Bu bakımdan, bilginin kaynağı ve elde edilme şekli esas alınarak, sayıları binleri aşan İslam mezheplerini ve tarikatlarını, en umumi hatlarla üç grup altında toplayabiliriz.
Dini ve dine dayalı ilmi konularda :
I. Selefiye. Nassa, nakle ve rivayete ağırlık verir.
II.Kelâmcılar. Akıl, istidlal ve muhakemeyi esas alır.
III.Sufiler. Keşfe, feyze ve ilhama daha çok önem verir.

Ana hatları ile üçe ayırdığımız bu gurupları ayrıca kendi aralarında hür ve serbest düşünceli olanlar, mutedil ve muhafazakâr düşünceli olanlar, köklü ve müfrit düşünceli olanlar diye de guruplandırmak mümkündür.

Her üç grubun da fanatik ve aşırılarının bulunduğunu daima gözönünde bulundurmak zarureti vardır. Meselâ umumiyetle cezri ve ifrat niteliğindeki düşüncelere sahip olan Selefiyeler, bir: “Selefi fanatizmini” , yine aynı nitelikteki düşüncelere sahip olan kelâmcılar bir : “kelâm fanatizmini”, yine aynı durumdaki düşüncelere sahip olan mutasavvıflar bir “Tasavvuf fanatizmini “ meydana getirirler. Müşebbihe ve Haşeviyeye yakın olan bu nevi mutaassıp Selefilere “gulatı–ı selefiye “, akılcı felsefeye ve Meşşailiğe çok yakın olan bu tarzdaki kelamcılara “gulat–ı kelâmiyye “, sezgici ve işrâki felsefeye çok yakın olan bu gibi mutasavvıflara : “gulat–ı sufiye“ adı verilmektedir.

Mutaassıp, câhil ve söz dinlemez selefilerin mevcut olduğunu görüp de bütün selefilerin öyle olduklarına hükmetmek çok yanlış olur. Kelâmcılar ve hatta mutasavvıflar kadar hür ve serbest düşünebilen selefiler mevcut olduğu gibi, fanatik selefiler kadar dar görüşlü kelâmcılar ve mutasavvıflar da vardır. Mutaassıp ve mukallit selefiler, kelâmcılar ve sufilere daha çok son dönemlerinde, serbest görüşlülerine ise ekseriya ilk devirlerde raslanır.

İstisnaları çok olmakla beraber ekseriya selefiler geniş görüşlü değillerdir. En geniş ve en serbest düşünenler daha ziyade mutasavvıflardır. Kelâmcılar ikisi arasında bir yer işgal ederler. Gerçekten de Gazali, İbn Arabi, Mevlânâ ve Yunus Emre gibi tüm islâm dünyasının en geniş ve en hür düşünen simalarını tasavvuf muhiti yetiştirmiştir.

Bu konuyu tasavvuftan vereceğimiz bir örnekle biraz daha açalım: Hakk’a ermek ve ilâhi gerçekleri öğrenmek için mutasavvıflar tarafından üç yol tutulmuştur:
1.Tarik–i ahyar : Hayırlı insanların yolu. Bu, zühd, takva, vera’, ibadet ve taat yoludur.
2.Tarik–i ebrar : İyi insanların yolu. Bu, riyazet, mücahede ve tasfiye yoludur.
3.Tarik–i şuttar : Âşıkların yolu budur. Bu yolda âşk, sevgi, vecd ve cezbe halleri galiptir.

Buradaki yolların sonuncusu, tasavvufu son sınırına kadar götürenlere aittir. En tipik mistikler bunlardır. İkinci yolu tutanlar bunlardan daha az, birinci yolu tutanlardan daha az mistiktirler. Hatta bunlara mistik bile denmez.

Ham sofular ve kuru zahitler - ki bu harekete de zühd–i barid ve zühd-i huşk denir - bu tasnife dahil edilmemişlerdir. Kelâm ve selef yolu için de buna benzer tasniflerden bahsetmek pekala mümkündür.

Daha evvelki tasnifler:
Burada verdiğimiz tasnif ve taksimlerin benzerine İslâm fikir tarihinde raslamak mümkündür.

Şöyle ki;
İslam fikir ve inanç tarihinde tüm insanlar iki ana guruba ayrılır : 1.Ümmet–i dâvet, 2.Ümmet–i icabet. Bu tasnif gayr-i müslimler ve müslimler şeklinde ifade edilmiş, müslümanlar bir grup, gayr-i müslimler ise diğer bir grubu meydana getirirler, denilerek, “ küfür millet-i vahidedir “, hükmüne ulaşmıştır.

Müslümanlar da iki büyük guruba ayrılmıştır.
1.
Sünni mezheblerine bağlı olanlar,
2. Bid’at mezheplerine mensup olanlar
.

Sünniler de üç guruba ayrılırlar :
a) Selefiler,
b) Kelamcılar,
c) Sufiler.

Biz burada sadece bu tasnif üzerinde durmaktayız. Fakat unutmamak gerekir ki nascılık, akılcılık ve sezgicilik bütün din ve mezheplerin gerçeğidir.

Gazali’nin tasnifi:
İmamı Gazali çeşitli eserlerinde bu nevi tasnifler üzerinde durmuş, dini, ilâhi ve manevî gerçeklerin hangi yoldan daha iyi anlaşılacağını bizzat denemiş ve bunların değerlendirmesini yapmıştır.

Gazali el-Münkiz’de hakikati araştıranların dört sınıf olduğunu bildirir.
l. Kelâmcılar. Rey ve istidlal sahibi olduklarını iddia ederler.
2. Bâtiniler. Hakikatin “ma’sum imam “dan talim yolu ile öğrenileceğini iddia ederler.
3. Filozoflar. Hakikatin bürhan, delil ve mantıkla öğrenileceğini iddia ederler.
4.Mutasavvıflar
. Hakikatin keşf ve ilhamla öğrenileceğini söylerler.

Gazali’nin bu tasnifi kendi devrine göredir. Batiniler o devirde faal olduklarından onları da hesaba katmıştır. Aslında Batini’lerin iddialarına göre ma’sum imam, hakikati doğrudan Allah’tan öğrendiğine göre bunun ayrı bir yol olmaması gerekir. Gazali’nin Selefileri hesaba katmaması da dikkat çekicidir.

Gazali, el-Kanunu’l kulli fi’t-te’vil (Trc.Uludağ, İst.1972. İslâm’da müsamaha’nın eki ), isimli eserinde te’vil’den bahsederken dikkate değer şöyle bir sınıflandırma yapar:
1.Dâima aklı ön plana alanlar ve nakle yer vermeyenler.
2.Dâima nakli ön planda tutanlar ve akla yer vermeyenler.
3.Aklı esas almakla beraber nakli ona tabi kılanlar.
4.Nakli esas almakla beraber aklı ona tabi kılanlar.
5.Aklı da nakli de birer esas olarak kabul eden ve aralarında bir çelişki ve tutarsızlık görmeyenler.


Gazali bu grupların isimlerinden açıkca bahsetmemiştir. Fakat 1. gurupla felsefeyi, 2. gurupla Haşeviyeyi, 3. gurupla kelâmcıları, 4. gurupla Selefiyeyi, 5. gurupla âlim ve ârifler yolunu kastettiği anlaşılmaktadır. Bu tasnifte de tasavvuf yoluna raslanmamaktadır. Bu, akıl ve nakil esasına göre yapılan, keşf ve ilham dikkate alınmayan bir tasniftir.

İbn Rüşd’ün tasnifi :
İbn Rüşd, Kitâbu’l – keşf an minhaci’l – edille, isimli eserini, din ve şeriatı anlama konusunda insanların teşkil ettikleri dört gurubu anlatarak yazmaya başlamıştır.
l. gurup: Eş’ariler. Halk bugün bunlara ekseriye Sünni gözü ile bakar,
2.gurup: Mutezile,
3.gurup: Bâtiniye, yani mutasafvvıflar,
4.gurup: Haşeviye: Mücessime ve Müteşebbihe.
5.gurup: Felsefe
.
Burada Mutezile ve Eş’ariler kelam kategorisinde, Selefiye de Haşeviyede sayılırsa yolların sayısı üçe iner. Aslında te’vil esasına göre yaptığı bu tasnifte İbn Rüşd mutasavvıfları delil ehli olarak da görmez.

İbn Rüşd, Faslu’l-makal isimli eserinde Kur’an’ın halkı üç yoldan hakka davet ettiğinden bahsetmiştir.
1. Burhan ve cedel ehli olanlar: Filozoflar ve kısma girer.
2. Cedel ehli olanlar: Kelamcılar bu yolun mensuplarıdır.
3. Hatabi ve iknai sözlerden anlayanlar:
Halkın yolu budur.
İbn Rüşd, bu tasnifi yaparken Nahl suresinin 125. ayetini esas almıştır. Fakat bu yol da te’vil esasına göredir. Bilginin kaynağı olan vahiy, akıl ve kalb esasına göre değildir.

İzmirli’nin tasnifi :
İzmirli İsmail Hakkı “ Beş sınıf “ isimli makalesinde şu guruplardan bahsetmiştir.

l . Selefiler. Asla nassı nazara tabi kılmazlar.
2. Kelamcılar. Nassı nazara ve akla tâbi kılarlar. Mutezile ve Kaderiye Ehl-i bid’at kelâmcılarıdır. Eş’ariye ve Maturiyidiye Sünnî kelâmcılarıdır.
3. Filozoflar. Kelâmcılar bir ölçüde kendilerini nas ve nakille bağlı saydıkları halde Filozoflar nas ve nakil kaydına riayet etmezler.
4. Mutasavvıflar. Kelamcıların nazar ve akıl dedikleri bilgi vasıtalarının yerine keşfi ve zevk-i vicdaniyi ikame ederler.
5. Bâtıniler. Hakikatin muallim-i ma’ s u m, yâni mâsum imamdan öğrenilebileceğine inanırlar.

Buradaki beş sınıf düşünceden Felsefe ve Bâtınilik, islâm toplumunda var olan, fakat naslara itibar etmeyen bir düşünce tarzı olduğundan geriye üç sınıf kalmaktadır.
*
Kaynaklarda bir de şöyle bir tasnif vardır:
Bir fikir ve inanç hareketi :
1.
Sadece akla değer verir ve nasla mukayyed olmazsa
Meşşailik.
2.
Aklı esas almakla beraber kendini nasla mukayyet görürse
Kelâm.
3. Sadece sezgiye değer verir ve nasla mukayyed olmazsa

İşrailik.
4. Sezgiyi esas almak beraber kendini nasla mukayyet görürse

Tasavvuf.
Bu tasnifte tasavvufun İşrakiye felsefesine kelâmın ise Meşşai felsefesine olan yakınlığı gayet güzel bir şekilde
gösterilmiş, fakat Selefiye’ye yer verilmemiştir.

Bizim bu eserde yaptığımız tasnif, öteden beri var olan muhtelif tasniflerin değişik bir devamıdır veya yeni bir yeklidir. İslam düşüncesinin bu tasnifler içinde tasavvur edilmesi, bu düşünce sisteminin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına inanmaktayız. Unutmamak gerekir ki, tablo İslam düşüncesinin çok umumi bir şem'asıdır. Tafsilat ve teferruatan uzaktır.
* *
Bahis konusu düşünüş ve inanış uslûpları arasında sürekli bir tartışma, sonu gelmeyen bir çekişme ve bitmeyen bir kavga vardır.

Karşılıklı olarak birbirlerini hatalı ve bid’atçı olarak suçlamaktan tutun da, işi idama kadar götüreceklerdir. Muhaliflerine asgari “hatalısın”, azami “kafirsin” diyeceklerdir. Nitekim öyle de olmuştur. Hallac, Suhreverdi-i Maktul, Lisanuddin b.Hatib, Tokatlı Lutfi Molla... bu savaşın çok sayıdaki kurbanlarından sadece bir kaç tanesidir.

Mutasavvıfların, Şeyhu’l – ekber (en büyük mutasavvıf ) tanıdıkları İbn Arabi’ye , Alaaddin Buhari, İbn Teymiye ve Ali Kari gibi muarizler, Şeyhu’l ekfer (en büyük kafir) ünvanını layık görmüşlerdir. İbn Hacer Mekki, İbn Teymiye ve talebesi İbn Kayyım’dan bahsederken, bunların kâfir, sapık, zındık ve mülhid olduklarını söyler.
Tasavvufi tefsirlerin en önemlilerinden birinin yazarı olan İsmail Hakkı Bursevi, sırf Mevlânâ ve babası ile iyi geçinemediler diye kelâm tarzındaki tefsirlerin en güzelini yazmış olan Fahruddin Razi’nin tutumunu iblisin tavrına benzetir.

Müslümanların, “Rahmetullahi aleyh”, (Allah rahmet etsin), “kaddesellahu sırrahu”, “Allah sırrını takdis etsin” ve “Hazretleri” gibi hürmet ve tazim ifade eden kelimeleri kullanmadan isimlerini ağızlarına almadıkları zevatın yekdiğeri aleyhindeki sözlerini nakletmede ve anlatmada ne mânâ ve fayda vardır.Kirli çamaşırları ortaya dökmede ne maslahat vardır? Kusurlar gizli tutulmalı ve ayıplara örtülmeli değil midir? Saygı ile yadedilen zevat etrafında bir takım şüphelerin meydana gelmesine sebebiyet veren beyanlardan kaçınmalı değil midir? Asırlar boyu müslüman halkın saygı ve sevgi duyduğu büyük isimleri, bu durumdan çıkaran davranışlar dine ne kazandırır?...

Bu ve buna benzer daha pek çok şey söylenebilir. Bu gibi malahazalar esas itibariyle yanlış ve yersiz de sayılmaz. Bu fikirlerde ve endişelerde gerçeklik payı bulunduğu muhakkaktır. Ancan herkesin değilse bile, ilgili bazı kişilerin tarihi, fikri ve itikadi realiteyi bilmelerinin lüzum ve zarureti de tartışma konusu yapılamaz.

İbn Haldun, Mukaddime isimli eserinde şu tezi savunmuştur: Tarih, yaşanan zamanın ve halin bir aynasıdır. Günümüzde ne olmakta ise, geçmişte de o olmuştur... Tarihi hâdiselere hakim olan kanunlar hiçbir zaman değişmez. Her zaman aynıdır. Hal de mâziyi aksettirir. Esasen, yaşanan hayatın geçmişe intikal eden kısmına tarih denir ve insanlığın hayatı geçmiş, hali ve geleceği ile bir bütündür. Onun için günlük hayatımızı geçmişten tecrid edemeyiz. Tarihi ve geçmişi iyi öğrenmek, hal ve istikbâl hakkında sağlam tesbitler ve doğru teşhisler yapılmasına imkân verir. İslâm cemiyetini içinden kemiren hizipçilik, tarihte olduğu gibi bugün de vardır. Bu hizipler neden anlaşamıyorlar?

İsim İslâm, gâye İslâm, gayeye ulaşılmasını sağlayan vasıtalar İslâm...Fakat bu ihtilâf ve tefrika neye? Müslümanlar çoğunlukta olduğu halde neden İslâmi düşünce mahkûm? Neden dini guruplar ve hizipler, İslâma karşı onların tenkidini yapacakları yerde, yaptıkları konuşmalarda, gazetelere ve dergilere yazdıkları yazılarda müslümanları suçluyorlar? Yapılacak başka iş kalmadı mı? Her bakından en iyi halde ve seviyede miyiz?

Bakınız 771/1370’de vefat eden Subki, Muidu’n-niam ve mübidu’n-nikam isimli eserinde, bundan altıasır evvel neler söylüyor: “ Fıkıh hocalarından bazıları fer’i meselelerde mezhep taassubu göstermekte ve bu konuda muhaliflerini ve kendileri gibi düşünmeyenleri açık ağır bir şekilde suçlamaktadır. Fıkıh hocalarının kötü huyları ve fena âdetleri işte budur. Öyle mutassıp kişeler gördüm ki, kendi mezheplerinden olmayanların ve kanaatlarına katılmayanların peşinde namaz kılmamakta ve anlatılması bile ayıp olan işler yapmaktadır. Ulemânın Fer’i konularda iki görüşü var:
(1) Bazılarına göre her müctehid musibtir, hak üzeredir,
(2) Diğer bazılarına gör musib olan müctehid birdir, diğerleri muhtidir, hata üzeredir. Fakat hata eden bir, isabet eden iki ecir ve sevap alır. Durum bu olunca, fıkıh hocaları fer’i konulardaki suçlamaları bırakıp bid’atcı ve sapık kişileri reddetme işiyle uğraşsalardı acaba neleri eksilirdi? Fer’i ve tali konularda taassup gösterenlere deyiniz ki: yazıklar olsun, size. Bırakın şu taassubu da bi’atcıları defedin ve İslâmı savunun! Fer’i meselelerde taassub göstermeniz, halkı tek bir mezhep ve kanaat üzere olmaya zorlamanız, Allah’ın kabul edeceği bir amel değildir. Sizi böyle davranmaya sevkeden sadece taassub ve haseddir. Ebu Hanife, Şafii, Malik ve Ahmet (r.a.) sağ olsalardı sizleri şiddetle reddeder ve yaptığınız işten kendilerini ibra ederlerdi.

Sayılamayacak kadar çok kişi gördüm ki, besmele çekmeden hayvan kesen Şafii’yi veya tenasul uzvuna dokunduğu halde abdes yenilemeden namaz kılan Hanefiyi veyahut namaz kılarken besmele okumayan Malikiyi veyahut da zeval vaktinden evvel Cuma namazını kılan Hanbeliyi tenkit ve reddetmek için bütün gayretini sarfettiği halde, öbür taraftan sayısını Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir çok beynamaz gördüğü halde onlara ses çıkarmamaktadırlar. Halbuki İmam Malik’e, İmam Şafii’ye ve İmam Ahmed’e göre kasten ve mazeretsiz olarak namaz kılmayı terkedenin cezası ölümdür.

Sübki’nin anlattıkları ile şimdiki durum arasında ne fark vardır?

İslâma karşı olan fikir, inanç ve eylemler hergün gücünü artırırken bu duruma seyirci kalan, hatta onları mazur gördüğü halde müslümanları mahkûm edenlerin sayıları az mıdır?

İbn Kudame’nin el_Muğni isimli eserinin önsözünde şöyle bir hadise nakledilir: “ Tırablusşam’da, Şafii mezhebine mensup olan zat, şehir müftüsüne müracaat ederek: ‘Camiyi bizimle Hanefiler arasında taksim et, zira Henefiler bizi Ehl-i zimmet gibi kabul ediyorlar’, der. O sırada, bir Hanefi erkek, bir Şafii kadınla evlenebilir mi, konusu tartışılıyordu. Hanefilerden bazıları, Şafiiler ve Eş’ariler ‘İnşallah muminim’, dedikleri için imanları şüphelidir, onun için kendileriyle evlenilmez, diyor, diğer bazıları da Ehl-i zimmete kıyas ederek onlardan kız almanın caiz olduğu kanaatını savunuyordu. “

Şimdiki durumda da bunun örneklerine raslamak mümkündür.

Müslümanlar neden dini hizip ve guruplara ayırıyorlar, konusunu bugünkü hiziplerden ve guruplardan örnekler vererek izah etmek sakıncalı olduğu kadar da faydasızdır. Bu hizip ve guruplar hakkında hissi olmayan sağlam hükümler vermek zordur. O halde tarihteki örnekleri ortaya koyup onlar üzerinde düşünmek, değerlendirmek yapmak daha mâkul bir hareket tarzı olur. Tarihteki örnekleri inceledikten ve değerlendirildikten sonra bugünkü problemi çözmek basitleşir. Zira artık formül bulunmuştur, demektir.

Keşke İslâm âleminde ve Türkiye’de bu nevi ihtilâflar ve tefrikalar olmasaydı da, tarihteki örneklerinden bahsedilme ihtiyacı bulunmasaydı! Bu ne kadar iyi ve güzel olurdu! Bu tür arzulara rağmen ihtilâflar bugün de yarın da mevcut olacaktır. Bu bir zarurettir.Allah’ın, içtimai hayata koyduğu değişmez kanunlar bunu gerektirmektedir.

Dün var olan ihtilâflar seviye kazanarak veya düşürerek, değişik şekil ve suretlere girerek bugün varlıklarını devam ettirdiklerine göre yapılacak en doğru hareket tarzı, çok yönlü olan bu konuyu bütün boyutlarıyle ortaya koymak ve gerçeğe en yakın şekilde meseleyi kavramaktır.Ancak bundan sonradır ki, gurup ve hiziplere rağmen İslâm cemiyetinin “birliğini”, “beraberliğini” ve “bütünlüğünü” koruması daha fazla imkân dahiline girer. Maksadımız ihtilâfları körüklemek ve çoğaltmak, büyükleri küçük düşürmek değil, ihtilâfın “tabii” ve “fıtrı” bir hakikat olduğunu, ihtilâfın bulunmadığı bir dönemin ve zamanın mevcut olmadığını göstermektir.

İhtilâfın tabii ve hatta zaruri olduğunu bilenler, İslâm cemiyetinin ihtilâfların tahribinden korunmasını, hatta bu nevi ihtilafların iyi yönlerinden istifade edilmesini mümkün kılarlar.
* *
Dini meselelerin bir, herkes tarafından bilinmesi gereken kısmı var; bir de belli kimselerin bilmeleri lüzumlu olan kısmı var. Sadece muayyen seviyedeki kimselerin bilmeleri icab eden dini konuları halk arasında yayanlar, müslümanlara iyilik yapmış olmazlar. Bazan önüne geçilmesi zor fitne ve fesadların zuhur etmesine, en azından bir takım teşevvüş ve tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyet verirler. Bu noktaya eskiden beri dikkat çekilmiştir.


Bazı örnekleri şunlardır:
Cüneyd, tevhid ilminin gizliliklerini ve ince taraflarını, kapalı kapıların ardında belli kimselere telkin eder, söylediği sözlerin müritlerinin suçlamasına sebep olmasından endişe ederdi.

Ariflerden biri şöyle derdi: “Biz öyle bir zümreyiz ki, yolumuzda bulunmayanların eserlerimizi okumaları haramdır. Hiç bir kimsenin sözümüzü, o söze inanandan başkasına nakletmesi caiz olmaz. Bu söze inanmayan bir kimseye sözlerimizi nakleden de, kendisine söz nakledilen de inkar cehennemine girmiş olurlar “. Ehlüllah, “ sırrı ifşa eden katli hak eder”, demişlerdir.

Bir sözü, o sözü anlamayan veya yanlış anlayan kimseye nakleden, kafirlerin ülkesine Mushaf götüren kimse gibidir. Eğer bu Mushaf hafife alınır, hor ve hakir karşılanırsa, bunun vebali Mushafı oraya nakledene aittir. Şeriat bu yüzden küfür diyarına Mushafın götürülmesini yasaklamıştır.

Kuşeyri, “Sufiler, bilgilerini nâehil olanlardan gizlerler, onun için fikirlerini remz, mesel ve şifre şeklinde ifade ederler “ der. Güneş ışığı yarasa için zararlı ise de bir çok varlıklar için faydalı ve zaruridir. Dar düşünceli ve kısa görüşlü kimseler için zararlı olan fikirler başkaları için çok faydalı olabilir.

Gazali, felsefede doğru ve faydalı fikirlerin mevcut olduğunu, ancak bunlardan faydalanmak için doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayırdetme gücüne sahip olmak icab ettiğini, bu kudrete sahip olmayanların felsefe kitaplarını okumalarının caiz olmadığını anlattıktan sonra der ki: “ Kalpazanlarla alışveriş yapmaktan sadece cahiller zarar görür, sarraf zarar görmez. Usta yüzgeçler ve dalgıçlar değil, sadece yüzme bilmeyenler denize girmekten menolunurlar. Çocuklar yılana dokunmaktan menolunurlar ama, zehirli yılan ile zehirsiz yılanı bilen ve bunun zararlarından korunan kimseler menolunmazlar “.

İsmail Hakkı Bursevi, Edirne’de üstadı Osman Fazlı’ dan Fusulu’l hikem okurdu. Ancak bu esnada odanın kapısı kapanır ve yabancı bir kimsenin içeriye girmesine müsade edilmezdi. Zira o kitab yabancılar için “ öldürücü bir zehir gibidir “ ( sümm-i katil’dir. ) İlahi marifetten nasibi olmayanlara, o kitab içindeki sırları söylemek, “ Domuzların boyunlarına elmas gerdanlık takmak gibi olur “ ( Ta’likul- cevahir ala a’nakim-hanazir ) .

Hafız Şirazi diyor ki:
Kıymet-i dürr-i giranmaye ci daned avam
Hafıza, gevher-i yekdane medih cüz be-havas!
( Değeri yüksek olan incinin kıymetini halk nereden bilsin ? Ey Hafız, kıymetini ağır ve yüksek olan cevherleri aydınlardan başkasına anlatma).
Çiçekle ot arasındaki farkı hayvanlar bilmezler.

Tarih boyunca siyasi alanda olduğu gibi fikir meydanında da savaşanlar yapılmış ve icab-ı hâle göre hareket edilmiştir. Sahâbe arasında Cemel ve Sıffın savaşları vukua gelmiştir.

Bu savaşların sebeplerini, oluş şeklini ve doğurdukları neticeleri incelemek tarihçiler ve din hizmetlileri için faydalı ve zaruridir.Zira zaman zaman aktüel hâle gelen Sünni- Şii ihtilafların kökü oraya dayanır. Fakat bu savaşların müslüman halk ve avam tarafından bilinmesinde ekseriye fayda değil, mahzur vardır. Onun için öteden beri halk bu konulardan menedilmişlerdir. Bu fikir savaşlarındaki durum da aynıdır. Bunların bilinmesi ve tetkik ettirilmesi mahzurdan hali değildir.

Fikir ve inanç hareketleri sahasında dün ne oldu?

Bunu bilmeyenler, bugün de oluyor, yarın da olabilir? konusunu hiç bilemezler. Geniş ve zengin bir tarih tecrübesinden istifade etmeyi lüzumsuz sayacak kadar saf olmak, sadece mahzur doğurur.

İbn Haldun’un da işaret ettiği gibi mâzi hâlin, hal de mâzinin şahidi ve delilidir. Şahidlerin ifadelerine ve delillere göre hüküm vermekten daha tabii ve daha faydalı bir şey olamaz. İşte bu esirin gayesi de budur: Hâli anlamak için tarihteki delil ve şahidleri konuşturmak.

Son olarak şunu da ilâve edelim. Bizzat Resulüllah Sahib-i sırr-ı Nebi Hz.Huzeyfe’ye ( Bk. Buhari, Fezailu’s – sahabe, B.20; Müslim, Fiten, 6 ), Hz. Enes’e ( Bk. Buhari, İstizan, 46; Müslim, Fazailu’s- sahabe, 32 ), Hz.Ebu Hureyre’ye (Bk. Buhari, İlim, 6; Müslim, İman, 10) ve Hz. Abdullah b.Cabir’e ( Bk. Buhari, Fazailu’s-sahâbe, 11) özel mahiyette bâzı sırlar tevdi etmiş, bu bilgiler ve sırları herkese söylememiştir. Halka, akıllarının anlayacağı ölçüde konuşmak gerekmektedir...

Doğruya ulaştıran yalnız Allah Taala ’dır.

Prof.Dr. Süleyman Uludağ
İslâm Düşüncesinin Yapısı
Selef/Kelâm/ Tasavvuf/ Felsefe
Sayfa : 5-20
DERGAH YAYINLARI

"
İslâm hakkındaki yayınlarından dolayı
Prof.Dr.Süleyman Uludağ hocamıza
çok teşekkürler

Derleyen, Ayhan Görür

Tembele iş buyur... Hatice Görür

*












_/Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin._/

Anonim


Annem, Hatice Görür söylerdi...


Derleyen, Ayhan Görür

Doğum Günün Kutlu Olsun Oğluuuum... Şükrü Kızılot

*















Picasso

DOĞUM GÜNÜ

Evlenip, çoluk çocuğa karışmış birisi, derin uykuda iken, hafta sonu, gecenin bir yarısı,
saat 03.30 civarında telefonu çalmış.
Telefondaki ses, annesinin sesiymiş.


- Ne var anne, ne istiyorsun bu saatte?
Neden beni rahatsız ediyorsun, sabah arasan olmaz mıydı?

gibilerinden, annesini azarlayıcı sözler sarf etmiş.


Annesi, oğlunun hafta sonu geç saatlere kadar televizyon izlediğini bildiğinden,
bazan oğlunun da bu saatlerde kendisini aradığını düşünerek,
yine de her zamanki gibi ,
sevecen,
şevkatli
ve
sevinçli
ses tonu ile:

-Bundan 28 yıl önce, gece yarısı saat 03.30'da,
sevimli bir çocuk olarak dünyaya gelmiştin,
evimizin neş'esi olmuştun...

_/ Doğum günün kutlu olsun oğluuum... _/

her zamam mutlu olasın, iyi uykular,
iyi geceler oğluuum...,

demiş.

*
Şükrü Kızılot

PAZAR, 14 MART 2006 HÜRRİYET'den

esilenerek,
Derleyen, Ayhan Görür