26 Aralık 2010

A tribute to Michael Jackson.The Earth Song by Andre Rieu and Carmen Monarcha


A tribute to Michael Jackson.
The Earth Song by Andre Rieu and Carmen Monarcha

Derleyen: Ayhan Görür

3 Aralık 2010

Memleket İsterim...I would like to countries/ Cahit Sıtkı Tarancı/Onur Akın

Onur Akın -Memleket İsterim

***

MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı
***

I WOULD LIKE TO COUNTRIES

I would like to countries
Sky blue, green branches, get a yellow field;
Whether the land of flowers, birds.

I would like to countries
What is particularly heartfelt yearning to get what you worry;
Brothers finally get a fight.

I would like to countries
What no you and me get rich and poor;
Winter on the bark to get everyone home.

I would like to countries
Live, love it, such as heart;
If you get a complaint from the dead.

"google" çeviri...
Can dostlarımdan Orhan Kılıç'ın teknik bilgisi sayesinde oluşturuldu...

Derleyen: Ayhan Görür

26 Kasım 2010

Bir sitemin zehriyle içimden yaralandım...Dürrü Turan


DÜRRî TURAN...Bir sitemim zehriyle içimden yaralandım


Beste
:
Dürrî Tûran
Güfte
:
Mustafa Nafiz Irmak
Makam
:
Bûselik
Usûl
:
Düyek
Söyleyen
: Berrin Şener Ersoy


Bir sitemin zehriyle içimden yaralandım
Gözünün ateşiyle tutuşmuş gibi yandım
Bitti ümmid rüyası bir uykudan uyandım
Gözünün ateşiyle tutuşmuş gibi yandım

Derleyen: Ayhan Görür

1 Ekim 2010

Tam Zamanında Yaşamak...Can Yücel


Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
***

Tam Zamanında Yaşamak

Yemek de boş, içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.

Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.

Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon’da Hasan Ağabey’ in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensenSana emanetse çoluk çocuk

Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.

Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI…..

Can YÜCEL
Derleyen: Ayhan Görür

4 Temmuz 2010

Bir Şey...Cahit Sıtkı Tarancı



Bir Şey

Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lâzım insana lâzım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
Adını çocuklarımıza bellettiğimiz
Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.

Bir şey daha var yürekler acısı
Utandırır insanı düşündürür
Öylesine başka bir kalp ağrısı
Alır beni tâ Bursa'ya götürür.

Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Tâ yüreğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür.

Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evlâdı bu memleketin
Nâzım ağbey hapislerde çürür.

(Yaprak, 1.5.1950)
Cahit Sıtkı Tarancı

Derleyen:Ayhan Görür

11 Haziran 2010

Bill Gates'ten gençlere 10 öneri...Bill Gates


Bill Gates'ten gençlere 10 öneri
Bill Gates'ten hayat dersleri




















Bill Gates
yalnızca dünyanın en zengin insanlarından biri olarak anılmıyor. Aynı zamanda gençlere ve eğitime verdiği destekle de biliniyor. Aşağıdaki öneriler kendisinin çeşitli zamanlarda gençlere yaptığı konuşmalardan derlendi. Hem yatırımcı hem de bir hayırsever olarak edindiği tecrübeye dayanarak söylenen bu sözler sırf "Bill Gates söyledi" diye bile
akılda tutmaya değer.




















Hayata alış

Hayat âdil değil, buna alışsan iyi olur.

Kendini iyi hisset
Dünya senin kendine saygınla ilgilenmez. Dünyanın ilgisini asıl çeken şey, senin kendini iyi hissetmek için ne yaptığın olacaktır.

Sabırlı ol
Liseden mezun olur olmaz yılda 60 bin dolar kazanacağın bir iş edinemezsin.

Ders al
Çakılıp kaldığınızda bu ailenizin suçu değildir. Hata yaptığınızda sızlanmak yerine, onlardan ders alın.

Okul iyidir
Öğretmeninizin gerçekten sert biri olup olmadığına karar vermek için, bir patronla tanışana kadar bekleyin.

Yerini bil
Siz doğmadan önce, ebeveynleriniz için hayat şimdiki kadar sıkıcı değildi. Yollarını sizin faturalarınızı öder, çamaşırlarınızı yıkar ve size nasihat ederken yeniden çizdiler. Bu yüzden yağmur ormanlarını ebeveynlerinizin ait olduğu neslin parazitlerinden temizlerken, kendi odanızı derli toplu tutmayı da unutmayın.

Televizyona inanma
Televizyon gerçek hayat değildir. Gerçek hayatta insanlar kafelerden kalkıp işlerine gitmek zorundadırlar.

Zamanını iyi kullan
Hayat sömestrler halinde yaşanamaz. Bütün yaz boyunca tatil yapamazsınız ve çok az işveren size kendinizi bulmak için yardım etmeye hevesli olacaktır. Bu yüzden zamanınızı iyi kullanın.

İneklere iyi bak
İnek arkadaşlarınıza iyi davranınız. Bir gün onun çalışanı olabilirsiniz.

Kazananlar-kaybedenler
Okulunuzda da kazananlarla ve kaybedenlerle karşılaştınız. Gerçek hayattaki karşılaşmalar böyle olmayacak. Kimi okullarda sınıfta kalan öğrenciye defalarca yeni fırsatlar verilir dersini geçmesi için. Ancak gerçek hayatta durum böyle değildir.

http://aktif.tr.msn.com/tuyo-gallery.aspx?cp-documentid=153566547

Derleyen: Ayhan Görür

23 Mayıs 2010

Aydınlanmanın erdemi...Adnan Binyazar


Don Quijote

Aydınlanmanın erdemi

Aydınlanma çağı, aydınlatıcı ışığını yaymadan önce, karanlığın gizlediği pislikleri temizlemeye yöneldi. Yapıyı sağlam temele oturtmanın kuralı da budur: Kayalar parçalanacak, bataklıklar kurutulacak, cüruf kaldırılacak, çatı çatıldıktan sonra odaların döşenmesine geçilecektir.
Cervantes'in Don Quijote'si aydınlanma olgusuna iyi bir örnek oluşturur. Don Quijote, aydınlanma düşüncesinin bol alüvyonlu anlatı ırmağıdır, beyni safsatalarla doldurup insanlığı eylemsiz kılan boş hayalcilğin sonunu getiren ironisidir.
Kendini hayallere kaptıran insan, yanlışı doğru, doğruyu yanlış görür. Hayalcilik, ruhsal sarsıntıdan da kötüdür; kişinin gözünde, ömrü domuz ahırlarında geçen sıradan bir köylü kadınını kontes yapar, yel değirmenlerini devlerin ordusuna da dönüştürür...
Öyle ki, Don Quijote, karanlıkta düşman baskısına uğradığı korkusuyla kılıcını sağa sola sallarken, tavandaki şarap tulumlarından birini delip, oradan, kan sandığı şarabın aktığını görünce, en büyük düşmanını ortadan kaldırdığı düşlerine kapılır. Bu yanılsamayla, hayalci bir dünyanın sona erişinin anlatı tarihi başlamıştır.
Başta köyün rahibiyle berberi, Don Quijote'nin yakınları bir araya gelip, beynini çürüten kitaplardan kurtarmak isterler onu. Rahip az çok bilgisiyle, berber ve yakınları onun dediklerine inanarak, sakıncalı buldukları kitapları yakılmak üzere avluya atarlar. Yararına karar verdiklerini de yakmayıp bir yere gizlerler.
O günün koşullarında kitap, kişinin bilgiyle donatılmasını öngören aydınlanma düşüncesinden intikam almak için yakılıyordu. Kuşkusuz kitap yakmak insanlık suçudur. Hiçbir çağda bir çözüm de getirmemiştir. Nazi Almanya'sında, kitapları yakılan yazarların bile, Hitler'in Kavgam (Mein Kampf) adlı eserini yakmayışları, aydınlanma hoşgörüsünün sonucudur.

Bu örnek, özellikle 12 Mart'ın tarihe nasıl bir utanç sayfası eklediğini açıklamaya yetiyor! Yine de, 12 Mart sonrası iyi kitaplar yok edilirken, çöplük malı kitapların devlet eliyle kitaplıklara gönderildiği o kara günlerde, okumanın erdemine inanmış kişiler, ekmeğinden kesip parasını kitaba yatırmıştır.
Bireysel bilinçlenme budur. Şu günlerde, yasama-yürütme-yargı erkinin birbiri içinde etkisiz kılınıp tek kişi yönetiminin devreye sokulmak istendiği günler yaşanıyor. İnsanımızın, aklını kılavuz eyleyerek cesaretle arayışa yönelmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu, kişinin kendini bireysel bir varlık olarak algılamasına, bilgiyle donatarak aydınlanmanın erdemine ermesine bağlı bir olgudur.
Aydınlanma da, "kişinin, kendi aklınını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanması" değil midir?
Kant'ın şu saptamasını derinliğine kavrama sorumluluğu, sanırım, ülkemizde hiçbir dönemde bugünkü kadar önem taşımamıştır:
"Doğa, insanı, dışardan yönlemdirmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmıştır. Buna karşın, korkaklık ve tembellik nedeniyledir ki, çoğunluk, yaşamları boyunca yetkinleşmemeyi kendi gönlüne yeğlemiştir. Bu yetkinleşmeme durumu, onların başına niteliksiz gözetici ve yöneticilerin gelmesini daha da kolaylaştırıyor."
Yetkinliğe erememiş bireyler, ne yazık ki, onu her alanda düşünsel eylemsizliğe sürükleyen en kötü durumların ayrımında bile olamıyorlar...


Adnan Binyazar
Cumhuriyet Gazetesi PAZAR, 2 Mayıs 2010

Derleyen: Ayhan Görür

18 Mayıs 2010


Posted by Picasa


Alçakgönüllü ol

8 Mayıs 2010

Kıvranan Ülkemiz...Mısır Şiiri



KIVRANAN ÜLKEMİZ

Çoluk çocuğumuzu, evimizi barkımızı
Koruması gerekenler diyor ki:

"Hadi gidelim, çalıp çırpalım."
Kuşçular bile çete kurmuş,
Delta köyleri takmış takıştırmış.
Babalar düşman gözüyle bakıyor çocuklarına.
Dürüst kişiler kan ağlıyor ülkenin durumuna.
Çift sürmeye gidenlerin elinden
Kılıç kalkan düşmüyor.
Kim yay tutmuşsa ok atmaya hazır
Dört bucağa yayılmış kötü kişiler.
Nil taşkın, tam kıvamında topraklar,
Ama tarlalarda çalışmaya giden yok.
Yalnayak, başı kabak birtakım adamlar
Servet içinde yüzüyor şimdi.
Yüreği sızlıyor kölelerin,
Soylular katılmaz oldu halk eğlentilerine.

Hırsla öfkeyle kuduruyor insanlar,
Dertler veba gibi kırıp geçiriyor ülkeyi.
Kan fışkırıyor her yerden, ölüm kol geziyor;
Mumla sargıları hazırlanmadan geliyor ecel.
Irmağa atılıyor sürü sürü ceset,

Akarsular mezarlık oldu artık.
Kan revan içinde mumya yeri...
Duygulu insanlar hıçkırırken
Umursuzların kılı kıpırdamıyor.
İktidardakiler, zenginleri devirelim
Diyenler var kentlerde.
Balçığa saplanmış kuşları andırıyor insanlar,
Her yer pis, herkes hırpani.

Çömlekçi kasnağı gibi boş dönüyor ülkemiz.
Hırsızlar zengin ve zenginler hırsız.
İnim inim inleyen yoksullar diyor ki:
Nasibimiz felaketmiş, ama elden ne gelir?
Irmak baştan sona kan, insanlar içiyor o kanı
Susuz kalmış gibi.
Yanıp kül oluyor evler bahçeler,
Ama saraylar yerli yerinde, şen şakrak.

Gemiler gelmez oldu güneyden;
Kentler yıkıldı,
Yukarı Mısır baştan başa çöl.
Timsahların karnı tok:
Yaşamaktan bezenler kurban ediyorlar kendilerini.
Topraklarımız alabildiğine çorak:
Taşra beylikleri perişan.
Yabancı askerler kol geziyor Mısır'da.
Dört bucaktan insanlar akın ediyor insanlar,
Mısırlıların nesli tükeniyor artık.
Köylü kadınlar takmış takıştırmış:
Altın, lacivert taş, gümüş, firuze,
Akik, tunç, ülkenin en değerli taşları...
Bol bol yiyecek var ama, zengin hanımlar
"Nerde eski günlerin bolluğu!" diye iç çekiyor.
Ehramları kuran hünerli taş işçileri
Irgat oldu çiftliklerde.
Tanrının teknesini onarıp temizleyenler
Hep bir arada sabana koşuluyor şimdi.
Biblos'a giden kalmadı artık,
Mumyalar için sedir ağacını nerden bulacağız?
Ya rahiplerin tabutları ne olacak,

Nerden gelecek mumyalar için yağ?
Hiçbiri bulunmuyor, dışarıdan da gelmiyor.

El sanatları ölüp gitmekte...
Neye yarar tamtakır hazine?
Baştan başa yıkım. Kahkaha öldü. Gülen yok.
Ülkenin dört bucağında çığlık ve inilti...
Anayurtta yabancı oldu Mısırlılar.
Keller fodullar sürü sürü...
Soyluyu baldırı çıplaktan ayırmak zor.

Herkes, "Ah ölüp gitsem!" diyor.
Çocuklar "Babamız niye bizi bırakıp gitti?" diye üzgün.
Yerden yere vuruluyor şehzadeler.
Sevgiden doğan çocuklar çölün ortasına bırakılıyor.
Kıvranıyor bedenlere can veren tanrı.

Asyalılar, Delta'da işçi oldu.
Soylu kadınlarla köle kızlar aynı çileyi çekiyor.

Eskiden şen türküler söyleyen
Kadınlar ağıt okuyor şimdi.
Köle kadınlar, ağızlarına geleni söylüyor:
Öfkeleniyorlar hanım karşılık verecek olsa.
Hükümdarlar aç, hüngür hüngür ağlıyorlar.
Canından bezen bir adam diyor ki:
"Tanrı'nın yerini bilsem kendimi kurban ederdim."
Kardeş, kardeşi vuruyor. Sonumuz neye varacak
Koyunlar, sığırlar ağlaşıyor ülkenin durumuna.
Yollar tutmuş haydutlar, pusuda yatıyorlar da
Karanlığa kalan yolcuları soyuyorlar.
Önce varını yoğunu alıyorlar hepsinin,
Sonra yatırıp sopa atıyorlar öldürünceye kadar.

Keşke insanlık yok olup gitse:
Rahimlere tohum düşmese, analar doğurmasa...
Ah, huzura kavuşsa yeryüzü, ayaklanmalar bitse.

Otla suyla yaşıyor nice insanlar,
Kuşlara bile yem yok.
Domuzun lokmasını ağzından alanlar var.
Tahıl hak getire,
Ne yiyecek ne merhem, ne yağ.
Herkesin feryadı; "Yok! Hiçbir şey yok!"
Ambar, yerle bir oldu, bekçisi yatıyor yüzükoyun.

Belgeler çalınıyor devlet dairelerinden,
Tapınaklar alan talan....
Güçlü sözlerin foyası çıktı,
Sıfıra indi büyüler.
Köleler kendi başlarına buyruk artık.

Yargıçların yetkisine aldırış eden yok.
Kanunlar çiğneniyor gözler önünde,
Yoksullar hukuka meydan okuyor sokaklarda.
Görülmemiş işler yapılıyor şimdilerde.
Birtakım hınzır adamlar devirdi hakanı.

Kuzey ve güney hükümdarlarının sırrı çıktı ortaya.

Bir zamanlar kendine tabut alamayanlar
Türbe sahibi oluverdi.
Koskoca mezarlarda yatanlar çıkarılıp çöle atıldı.
Kulübesi olmayanlar konak sahibi şimdi.
Zengin adam, susuz kalıyor geceleyin;
Sofra artığı bulmak için dilenenler ise
Tantanalı ziyafetler veriyor.
Eskiden ipeklere bürünenler şimdi hırpani,
Çıplak gezenlerde bir giyim kuşam, deme gitsin.
Zenginler yoksullaştı, dilenciler zengin.
Soylu hanımlar, çocuklarını satıyor yatak yorgan uğruna.
Bir zamanlar geniş rahat yataklarda uyuyanlar
Yer döşeğinde kıvrınıyorlar bugün.
Soylu hanımlar, açlıktan perişan,
Kasaplar yedikçe şişiyor.

Adamın kardeşini öldürüyorlar da gözünün önünde
Kendi canını kurtarmak için kaçıyor.



Eski Uygarlıkların Şiirleri
Mısır Şiiri

Sait Talât Halman
Türkiye İş Bankası Yayınları
S.39
Derleyen: Ayhan Görür

24 Nisan 2010

It is your fear that makes them bad, your needless fear./Sizin korkularınızdır, gereksiz korkularınızdır o sözcükleri kötü yapan...D.H.Lawrence


brett whiteley

"
Accept the sexual, physical being of yourself and every other creature. Don' be afraid of it. Don't be afraid of the physical functions. Don't be afraid of the so-called obscene words. There is nothing wrong with the words. It is your fear that makes them bad, your needless fear.
"
D.H.Lawrence

(Kendinizin ve her insanın, cinsel, bedensel benliğini kabul edin. Bundan korkmayın. Bedenin fiziksel işlevlerinden korkmayın. Sözde müstencen sözcüklerden korkmayın. Hiçbir kötülük yok o sözcüklerde. Sizin korkularınız, gereksiz korkularınızdır o sözcükleri kötü yapan.

d.h.lawrence, Mîna Urgan, YKB.Yayınları )

Derleyen: Ayhan Görür

19 Nisan 2010

Korku üzerine...William Shakespeare

by Onan

KORKU

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor,
kendisini sevilmeye lâyık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor
,
sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor
,
eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor
,
reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor
, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor,
aslında yaşamayı bilmediği için.

William Shakespeare

Derleyen: Ayhan Görür

16 Nisan 2010

Abbas...Cahit Sıtkı Tarancı



ABBAS

Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir. Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker: Abbas oğlu Abbas. Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas
. Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp, aralarında söyle bir konuşma geçer:

-Abbas oğlu Abbas
, emret komutan.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!..


Askere eşyalarını toplamasını ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği, sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı' ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar.Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı 'nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar. Akşam olunca Cahit Sıtkı'nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı.
Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif akşamında alkollü
Cahit Sıtkı
sorar:

-Sen İstanbul 'u bilir misin, Abbas?
-
Bilir komutan.
-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
-Elbet komutan!

Sabah olur. Cahit Sıtkı bakar ki Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar:

-Hayırdır Abbas, neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben İstanbul’a gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!

Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı
. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kağıda döker:

ABBAS

Haydi Abbas
, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti
Cahit
,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş' tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı Tarancı


Derleyen: Ayhan Görür

25 Mart 2010

Bana Gel Diyorsun...Güler Ataş


Bahar özgürdür, dostlara "GÜLER"...
Fotoğraf, Ayhan Görür


***
Bana Gel Diyorsun

Bana gel diyorsun
Aklım gidip gidip geliyor
Dudaklarının arasında
Kabullenemediğim,
Bir tünelden çıkıyorum
Sözcüklerinle
Kışkırtma en insan duygularımı

Bana gel diyorsun
Biliyor' musun çoktan geldim
Düşe kalka kesişiyor yollar
En karanlık zamanlarında
Hücrene yoldaştım
Bendim en yitik günlerinde
Diren diren diren diyen kulaklarına
Belki bir mermiye yenik düştüm
Belki sözlerine

Bana gel diyorsun
Yırt gecenin mavisini
Güneşten turuncu topladım
Ondan aydınlık odan
Ormanlardan yeşil çaldım
Ondandır gözündeki renk
Bahçende boynu bükük zeytinleri
Gözlerimi unutma diye bıraktım

Bana gel diyorsun
Aklım gelip gelip gidiyor
Geçmişe tutsak yüreğine
Kışkırtma en insan duygularımı
Düşebilirim sözcüklerine

Bana gel diyorsun
Çoktan geldim
Bilmiyor' musun

15/05/2006

Güler Ataş
***
"facebook" dostlarından
Neslihan Dağlı'nın gönderisidir...
Derleyen: Ayhan Görür

20 Mart 2010

Paraya tapanlar...Adnan Binyazar




Frigya Kralı Midas


Paraya tapanlar

Frigya kralı Midas’ın akıllı biri olmadığı söylenir. Bunun öyküsü de var...
Midas’ın adamları bir gün sarayın gül bahçesinde yaşlı bir adam gördüler. Zil zurna sarhoştu. Bir ağacın altında sızıp kalmıştı. Sorunca, Dionysos’un öğretmeni bilge Silenos olduğunu öğrendiler onun. Dionysos’a giderken yolunu şaşırmıştı.
Silenos’u yıkayıp arındırdılar, her yanını güllerle donatıp Midas’a görürdüler. Midas, sarhoşlar sarhoşu Silenos’u karşısında görünce çok sevindi.
Dionysos’un, iyi işler yapanı ödülsüz bırakmadığını duymuştu Midas, Silenos’un önüne düşüp, onu Dionysos’un bulunduğu yere götürdü.
Eski dostuna kavuşan Dionysos, Midas’a “Dile benden ne dilersin...” diye sordu.
Büyük yerden “küçük” istemek gözü toklara özgüdür. Midas, Dionysos’tan büyüğün de büyüğünü istedi: “Dokunduğum her şey altın olsun!” İkiletmeden, “Olur,” dedi, kıs kıs gülerek. Midas’ı büyüledi:
Dokunduğu her şey altın olacaktı! Silenos ise, önünde güz üretimi taze şarap; önce tadına bakıyor, sonra başına dikiyordu...
Sevincinden deliye dönen Midas, eski dostları baş başa bırakıp, sarayına döndü. Saraylılar, krallarını hiç böyle sevecen görmemişlerdi. Hemen sofraya oturdu. Midas lokmayı ağzına yaklaştırınca bakışları taş kesildi.
Ekmeğe uzandı, altın! Tasta su altın! Testide şarap, altın!.
Ertesi sabah Dionysos’a koştu. “Bahar olup etrafı yeşerten de sen, güz gelip sarartan da...Dün akşamdan beri boğazıma altın iğneler saplanıyor; büyünü boz da kurtar beni altından da altında da, olanca servetimden de!..” diye yalvardı.
Tanrı bu, verdiği derdin çaresini bilmez mi; “Git, Paktolos ırmağında yıkan...” dedi.
Bunlar olurken, altın nedir bilmeyen Silenos, içkisini yudumluyor, alaylı bakışlarla onları izliyordu.
Midas ırmağa koştu, tepeden tırnağa yıkanıp arındı. Büyü bozulunca sarayına koşup aç karnını doyurdu.
Acaba, o sırada torbalar dolusu altının bir lokma ekmeğin yerini tutmadığını düşünmüş müdür Midas?..

Adı yolsuzluğa karışanlara, arazi kapatanlara, vurgunculara ibret olsun bu öykü! Bu tür adamların hangi tanrıya taptıklarını merak mı ediyorsunuz; öyleyse, yalaka takımından kurtulmak için canını dağlara atan Atinalı Timon’un, toprağın altında altın bulunca neler söylediğini Shakespeare’in ağzından dinleyelim...
Aman bu ne? Altın! Sarı, pırıl pırıl, halis altın!
Ben kök istedim sizden, cömert tanrılar, kök!
Altının bu kadar karayı ak, çirkini güzel,
Yanlışı doğru, soysuzu doğru, yaşlıyı genç;
Korkağı yiğit etmeye yeter de artar bile.
Bu sarı köle dinleri yıkar da yapar da:
Cehenlemliği cennetlik eder;
İğrenç cüzzamlıları sevdirir insana;
Hırsızları başköşelere oturtup
Şanlar, şerefler, alkışlarla senatörler arasına sokar.
Yıpranmış dullara koca bulduran budur,
Hastaneyi, çıbanlı hastaları tiksindiren kadına
Gül kokulaı sürer, nisan kokuları getiren bu!
Hadi git, adı batası çamur!
Seni bütün insanlığın ortak orospusu seni!
Sen değil misin millet sürülerini birbirine düşüren?

Benjamin Franklin
’in şu özdeyişi de kulaklara küpe olsun:
“Para her şeyi yapar diyen, para için her şeyi yapar!”

Adnan Binyazar

Cumhuriyet Gazetesi,
Pazar Yazılarından derlenmiştir...

***
Derleyen: Ayhan Görür

26 Şubat 2010

Akdeniz İstiridyesi Gibi Aşk Yeniden...Kenan Can Yoldaşlar



Wermeer, İnci Küpeli Kız



AKDENİZ İSTİRİDYESİ GİBİ AŞK YENİDEN

‘’bu bir istiridye hikâyesidir’’...


derler ki
istiridyenin bir yönü yoktur
deniz sürükler onu
yerden yere götürür nereye isterse…

bu yüzden aynıdır onun kaderi kum tanesi ile
mahkûmdur sürüklenmeye
dev dalgalar daha da dalgalanıp yorsa da bedenini
yinede kimseye açmaz kendini
istiridye
ölümün bir sonuç olduğunu düşündüğünden değil
böyle bir korkuya kapıldığından da değil
süt köpüğü bulut renginde
kurumuş denizyıldızlı
derin yaralı
yolunu bulamamış martılar kaldığında sadece
kaybolmayacakmış gibi baktığı
eski bir bedel hikâyesinde

ölü değildir…
bir tek özüne giren bilir yaşadığını

kimseyi almaz
içeri
inatçıdır istiridye
kabuğundan içeri bir tek kum tanesi girebilir…
bir de seven…
bir de o kum tanesini severse


ve derler ki
başka bir bedenin yardımı olmadan yapabileceği tek şeyi keşfettiğinde
kendini aydınlatan bir lamba gibi dolaşırken etrafta
inci yapar istiridye isterse…


Kenan Can Yoldaşlar


Derleyen: Ayhan Görür

20 Şubat 2010

Ben Türküm. Bağımsızlık, bana atalarımdam miras kaldı...Mustafa Kemal Atatürk



ATATÜRK



KURTULUŞ SAVAŞINDA:

SESSİZ, DURGUN, BAŞI EĞİK KALMAYINIZ.
UYANINIZ.
MİLLİ BAĞIMSIZLIĞIMIZI ÇİĞNİYORLAR.
HAKLARINIZI SAVUNMAK İÇİN BİRLEŞİNİZ.
DÜŞMANIN KARŞISINA DİKİLİNİZ.
SESİNİZİ DUYURUNUZ.


BÜTÜN DÜNYAYA;

"
BEN TÜRKÜM.
BAĞIMSIZLIK,
BANA ATALARIMINDAN MİRAS KALDI.
ONU SANA VERMEM.
"

DİYE HAYKIRINIZ.

MAYIS 1919, HAVZA


Gâzi Mustafa Kemal ATATÜRK

***

Veda

Senaryo: Zülfü Livaneli
Atatürk'ü oynayan aktörlerden:
Sinan Tuzcu

Derleyen: Ayhan Görür

13 Şubat 2010

The Ballad of Reading Gaol/ Reding Hapishanesinin Baladı...Oscar Wilde


Oscar Wilde


REDİNG HAPİSHANESİNİN BALADI

Oscar Wilde

(C.T.W’nun Hatırasına
Kraliyet Atlı Muhafızlarının Bir zamanki Süvari Eri
Reding, Berkşiyr Kraliyet Hapishanesinde 7 Temmuz, 1896 günü öldü)

I
Kırmızı ceketini giymedi,
Çünkü kırmızıdır şarap ve onun kanı,
Ve şarap ve kanı onun ellerindeydi
Ölüyle bulduklarında onu,
Sevmişti zavallı ölü kadını,
Ve öldürdü yatağında onu.

Yürüdü mahkeme adamlarının arasında
Gri pejmürde bir elbiseyle;
Bir kriket şapkası başındaydı,
Ve hafif ve neşeli gözüktü adımı;
Fakat ben hiçbir zaman görmemiştim daha önce
O kadar dalgın gözüken bir adamı.

Hiçbir zaman görmemiştim ben bakan bir adamı
O kadar dalgın bir gözle
O küçük mavi çadırın üstünde
Mahkumların gök dediği,
Ve her giden sürüklenen bulutda
Gümüşten yelkenlerle geçti.

Yürüdüm başka acı duyan kişilerle,
Başka bir halkanın İçinde,
Ve merak ediyordum ne yapmış olduğunu adamın
Büyük mü yoksa küçük bir şey miydi,
Arkamda bir ses fısıldadığında alçak sesle
‘SALLANMASI GEREK O ADAMIN.’

Vay canına! Aynı hapishane duvarları
Aniden yalpalanmış gibi gözüktü,
Ve kafamın üstündeki gökyüzü
Kavrulan çelik bir miğfer gibi oldu,
Ve, olsam da acı içinde olan birisi
Duyamadım acımı.

Bildiğim tek şey hangi avlanan düşüncenin
Hızlandırdığıydı adımını ve neden
Bakmıştı o gösterişli günün üzerine
O kadar dalgın bir gözle;
Adam öldürmüştü sevdiği şeyi,
Ve bu yüzden mecburdu ölmeye.

Yine de her adam öldürür sevdiği şeyi,
Bunu işitsin her birisi,
Kimisi sert bir bakışla yapar bunu,
Kimisi yaltaklanan bir sözcükle,
Korkak adam bir öpücükle yapar bunu
Cesur adam bir kılıçla!

Bazısı gençken öldürür aşklarını,
Ve bazısı ihtiyarladığı zaman;
Bazısı elleriyle boğar Şehvetin
Bazısı elleriyle Altının:
Bazısı eliyle Tanrının:
Bir bıçak kullanır en iyi kalplisi, çünkü
Cansız o kadar çabuk soğur ki.

Kimisi çok az sever, kimisi çok uzun süre,
Kimi satar, kimi satın alır;
Kimisi pek çok gözyaşıyla işini görür,
Ve kimisi iç çekişiyle:
Çünkü öldürür sevdiği şeyi her adam,
Bu yüzden ölmez her adam.

O ölmez utanç veren bir ölümle
Karanlık bir rezillik gününde,
Ne de bir ilmik vardır boynunda,
Ne bir bez yüzünün üstünde,
Ne de ayakları düşer en öne zeminden içeriye
Boş bir alanın içine.

O oturmaz sessiz adamlarla
Onu gece gündüz gözetleyen;
Ona bakan ağlamaya çalışırken,
Ve dua etmeye uğraşırken;
Onu sanki kendisi çalacakmış gibi gözetleyen
Hapishaneyi kurbanından.

O uyanmaz şafakta görmek için
Ürkütücü şekilleri odasına akın eden,
Titreyen hapishane papazını beyaz cüppesinde,
Polis şefini haşin üzüntüyle,
Ve hapishane müdürünü tümüyle parlak siyah elbisede,
Sarı suratıyla Akibetin.

Kalkmaz acıklı aceleyle
Mahkum elbiselerini giymek için,
Ağzı-bozuk bir doktor zevkle bakar, ve yazarken
Her yeni ve sinirle-kıpırdayan pozu,
Parmaklayarak bir kol saatini onun küçük tik-takları
Korkunç çekiç darbeleri gibi vururken.

O bilmez susuzluğu hasta eden
Birinin gırtlağını zımparalayan, öceden
Cellat bahçıvan eldivenleriyle
Kilitli kapıdan kaymadan,
Ve bağlamadan birini, üç tane kayışla deriden,
Gırtlak artık hiç susamasın diye.

Bükmez başını duymak için
Defin subayının okuduğunu,
Ne de ruhundaki korku
Ona söylerken ölü olmadığını,
Geçer kendi tabutu, o kımıldarken
İçine iğrenç barakanın.

Bakmaz üstüne havanın
Küçük bir cam çatının içinden;
Çamurdan dudaklarla dua etmez
Izdırabının geçmesi için;
Ne de titreyen yanağının üstünde hisseder
Öpüşünü Keyifıs’ın.

Çeviren: Vehbi Taşar

Çevirenin notu: Keyifıs (Caiaphas)- İncilde İsa’nın çarmıha gerilmesine karar veren Yahudilerin baş papazlarının ismidir.

THE BALLAD OF READING GAOL

Oscar Wilde

(In memoriam
C. T. W. Sometime trooper of the Royal Horse Guards
obiit H.M. prison, Reading, Berkshire
July 7, 1896)


I
He did not wear his scarlet coat,
For blood and wine are red,
And blood and wine were on his hands
When they found him with the dead,
The poor dead woman whom he loved,

And murdered in her bed.
He walked amongst the Trial Men
In a suit of shabby grey;
A cricket cap was on his head,
And his step seemed light and gay;
But I never saw a man who looked
So wistfully at the day.

I never saw a man who looked
With such a wistful eye
Upon that little tent of blue
Which prisoners call the sky,
And at every drifting cloud that went
With sails of silver by.

I walked, with other souls in pain,
Within another ring,
And was wondering if the man had done
A great or little thing,
When a voice behind me whispered low,
'THAT FELLOW'S GOT TO SWING.'

Dear Christ! the very prison walls
Suddenly seemed to reel,
And the sky above my head became
Like a casque of scorching steel;
And, though I was a soul in pain,
My pain I could not feel.

I only knew what hunted thought
Quickened his step, and why
He looked upon the garish day
With such a wistful eye;
The man had killed the thing he loved,
And so he had to die.

Yet each man kills the thing he loves,
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss,
The brave man with a sword!

Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold:
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.

Some love too little, some too long,
Some sell, and others buy;
Some do the deed with many tears,
And some without a sigh:
For each man kills the thing he loves,
Yet each man does not die.

He does not die a death of shame
On a day of dark disgrace,
Nor have a noose about his neck,
Nor a cloth upon his face,
Nor drop feet foremost through the floor
Into an empty space.

He does not sit with silent men
Who watch him night and day;
Who watch him when he tries to weep,
And when he tries to pray;
Who watch him lest himself should rob
The prison of its prey.

He does not wake at dawn to see
Dread figures throng his room,
The shivering Chaplain robed in white,
The Sheriff stern with gloom,
And the Governor all in shiny black,
With the yellow face of Doom.

He does not rise in piteous haste
To put on convict-clothes,
While some coarse-mouthed Doctor gloats,
and notes
Each new and nerve-twitched pose,
Fingering a watch whose little ticks
Are like horrible hammer-blows.

He does not know that sickening thirst
That sands one's throat, before
The hangman with his gardener's gloves
Slips through the padded door,
And binds one with three leathern thongs,
That the throat may thirst no more.

He does not bend his head to hear
The Burial Office read,
Nor, while the terror of his soul
Tells him he is not dead,
Cross his own coffin, as he moves
Into the hideous shed.

He does not stare upon the air
Through a little roof of glass:
He does not pray with lips of clay
For his agony to pass;
Nor feel upon his shuddering cheek
The kiss of Caiaphas.

Oscar Wilde

Derleyen: Ayhan Görür

26 Ocak 2010

Bir yerde gölgeler uzuyorsa/ Orada güneş batıyor demektir...Erdal Atabek


Erdal Atabek
Cumhuriyet
25 Ocak 2010 Pazartesi

2000'Lİ YILLARDA
ERDAL ATABEK


Bir Yerde Gölgeler Uzuyorsa
Orada Güneş Batıyor Demektir...
Özdeyiş
Bir yerde,
Katiller kahraman,
Kahramanlar suçlu sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Çalamayanlar aptal,
Çalanlar aptal sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Zenginler haklı,
Yoksullar haksız sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Namussuzluk olağan,
Namus başa bela sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Haklılık hiçbir şey,
Güçlülük her şey sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Yerlere kapanmak efendilik,
Omurgayı bükmemek asilik sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
Gerçeklere gözünü kapamak olgunluk,
Gördüğünü açıklamak işgüzarlık sayılıyorsa.
***
Bir yerde,
İki kere iki dört etmiyorsa,
Kaç ettiğine efendiler hükmediyorsa.
***
Bir yerde,
Artık soru sorulmuyorsa,
Orada sadece yanıtlar varsa.
***
Orada,
Artık sadece gölgeler varsa,
Orada,
Güneş çoktan batmış demektir.
***
Orada,
Artık hep gece olacak sananlar,
Karanlıkta el oğuşturanlar.
***
Orada,
Güneş yeniden doğduğu zaman,
Elbette şaşıp şaşıp kalacaklardır.

Erdal Atabek
***

Derleyen: Ayhan Görür

1 Ocak 2010

Seni arzulayan kadını reddetmek ayıp mı?...Ayşe Arman /Dişi köpek kuyruk sallayınca...Mehmet Y.Yılmaz


İstanbul; Fotoğraf, Ayhan Görür


Aldatmak!Ortala

Seni arzulayan kadını reddetmek ayıp mı?


Tiger Woods golfü bıraktı.
Çünkü karısını aldattı, yakalandı.
O da ilişkisini kurtarmak için şimdi 30 takla atıyor.
Golfü bırakıyor, "Aileme lâyık biri olmaya çalışacağım" diyor.
Vesaire vesaire.
Ben samimiyetine inanmıyorum.
Ben ilgilendiren adamın sevgili sayısı.Bir, iki, üç...
Zannnediyorduk...
Bir düzine çıktı...
Oha yani!
Ama belki de suç, Tiger Woods'ta değildir.
Tiger Woods olmak böyle bir şeydir.
Kadınlar peşini bırakmıyorlar.
Porno yıldızlarından ünsüz kadınlara kadar
bir sürü güzel kadın tepesine biniyordur,
orasından burasından çekiştiriyorlardır.
O da "Ulan! Bu kadın beni bu kadar arzuluyorsa
reddetmem şimdi ayıp olur!" diye düşünüyordur...
Sevgilime sordum
"Tiger Woods olsan ve dünyanın bütün güzel kadınları seninle yatmak için sıraya girse..."
"Çok isterim"
dedi.
Sinir oldum.
"Kafanı kırmayayım" dedim.
"Bu mevzu, erkeğin zaafı...Ve gerçekten çok güzel bir kadın, bir erkeği kafaya taktı mı, o erkek yandı" dedi.
"Nasıl yani?" dedim, "Bu kadar zavallı yaratıklar mısınız! İstemiyorum kardeşim, ben karıma, evime gideceğim diyemez mi?"
"Hoşuna gidecek cevabı mı istiyorsun, gerçeği mi?" dedi.
"Gerçeği!" dedim.
"Al sana gerçek: Kadın güzelse ve bir erkeği baştan çıkarmaya kararlıysa, öyle ya da böyle bunu başarır" dedi.
"Ben küsüyorum ve galiba sizden iğreniyorum!" dedim.
Arkamdan bağırdı...
"Ama sen çok şanslısın, Tiger Woods'la evli değilsin!"

Ayşe Arman

***


Dişi köpek kuyruk sallayınca!

GOLFÇÜ Tiger Woods'un her önüne gelen kadınla eşini aldattığı ortaya çıkınca Ayşe Arman bir yazı yazarak sevgilisiyle arasında geçen bir diyaloğu aktardı.
Ayşe, "Tiger Woods olsan seni her isteyen kadına gider misin" diye sormuş, "Bu konu erkeğin zaafı. Ve gerçekten çok güzel bir kadın, bir erkeği kafaya taktı mı, o erkek yandı" yanıtını almış.
Ayşe'nin yanıtı:
"Bu kadar zavallı yaratıklar mısınız? İstemiyorum kardeşim, ben karıma, evime gideceğim diyemez mi?"
Yazıyı okuyunca Ayşe Arman'a, Kazancakis'in "Zorba" isimli romanını göndereyim diye düşündüm. Filme de çekilmiş, Anthony Quinn "Aleksi Zorba" rolüyle unutulmayacak bir performans sergilemişti.
Aleksi Zorba'nın şöyle bir sözü vardı:
"Bir kadın seni çağırıyor da gitmiyorsan, en büyük günah odur!"
İşin şakası bir yana sorun esasen kadınlar ile erkeklerin zihin yapılarından kaynaklanıyor.
Erkeklerde duyular, düşünceler sanki bir trenin kompartımanı gibidir. Birlikte hareket ederler ama her biri diğeriden ayrıdır. Dolayısıyla kompartmanlardan birinde olup bitenlerin diğeriyle ilgisi de yoktur. Kadınlarda ise tam tersidir. Duyular ve düşüncelerin tümü sanki tek bir yerdedir ve hepsi birbirinin içine geçmiş, karşılıklı etkileşim içindedir. Erkeklerin, kadın davranışlarını "karmaşık" bulmaları da bundan ileri gelir.
Böyle olduğu içindir ki Angelina Jolie bile aldatılabilir, Tiger Woods her önüne gelenle yatabilir!
Bunun istisnası elbette vardır. İnsan davranışları, her durumda aynı şekilde tepki vermeyebilir çünkü.
Bunun çözümü de vardır elbette: Bir erkeği başka kadınların cinsel çekimlerinden koruyan güç aşktan başka bir şey değildir.
Bir kadına âşık bir erkeğin
, başka kadınların açık-kapalı davetlerini fark edebilmesi bile söz kokusu değildir.
Ayşe'nin sevgilisinin "Ama sen şanslısın" sözleri sanırım bu anlama geliyor!

Mehmet Y.Yılmaz
***


Derleyen: Ayhan Görür