* * *
***
Tribal Mask
Smith - Haynes Afrikan
ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ
I
KADRİNİ BİLMEDİĞİMİZ DELİLER
Uzun boyu, zayıf vücudu, siyah cin gibi gözleri, kumral ve seyrekçe sakalı, yeşil kaplı kürkü ve kah başına geçirdiği, kah başından çıkardığı sivri gecelik takkesiyle Asuri bir müneccimi hatırlatan bir adam, terlikleri yerde, kendisi köşedeki kerevet üstünde bağdaş kurmuş, gazetesini okuyordu. Birdenbire, gördüğü bir haberle canı yanmışçasına, oturduğu şiltenin üstünde ayağa kalkıyor; alevi artan bakışlarla kendinden geçmiş, bir elini dizine vurarak ve kelimenin sonunu uzutarak; “Gittii, uçtuuu!“ diye haykırıyordu. Hatta, helecanından, “uçtu” kelimesini “uçtu” diye telaffuz ettiği duyuluyordu.
Ben, büyüklerin kendisini saymadıklarını gören çocuk, bu giden ve uçan şeyleri bana söylemiyeceklerini bilerek, nâfile yere sormazdım. Fakat bu seste ve edadaki teessürü duydukça millet ve devlet bakımından birtakım fırsatların kaçırılmış, birtakım menfaatlerimizin bozulmuş olduğunu sanki anlamıyor muydum ?
Böyle haykıran adam, içini çeker, yine bağdaş kurarak köşesine oturur, bana, âdeti olduğu üzere, şefkâtli gözlerle bakarak ve beni başımdan büyük dertlere karıştırmak istemezmiş gibi bir şey söylemiyerek, hüzünlü bir halde gazetesinin başka sütunlarına geçer, bir fincan kahve daha içer, bir tutam enfiye daha çekerdi.
Bu, ailemiz içinde hemen herkesin kendisini deli diye andığı Çamlıca’daki eniştemizdi. Bilirsiniz ki bizde deli tâbiri sadece, tıbbî delâletleriyle, aklın muvazenesi bozulmuş mânâsına gelmez. Böyle saydıklarımızın hepsi de mutlaka çıldırmış demek değildir. Hele o geçmiş zaman, delileri gönlünden büsbütün silip atmış değildi. Mecnun ve meczup bulduklarının birçoklarını tasvip ederdi. Eniştemiz bazan Hacı Vamık Beyefendi diye yadedilirdi. Akrabalarımız yahut tanıdıklarımız onun hakkında her zaman: “Divanenin biri” dedikleri gibi, biz çocuklar bile aramızda ona bazan “Çamlıca’daki eniştemiz”, bazan da, “Deli eniştemiz” derdik.Zira onun deli sayılmasının sebeplerini gizlice biz de sezerdik. Büyüklerimizin kendi tasvip ettikleri fikirler ve hislere bile bezgin bir gönülle iştirak ederek ağırbaşlılıklarını muhafaza ederlerken bunların muvazenesiz eniştemizde eriştiği mübalağaları görerek gülümserlerdi. Biz çocuklar da, zavallı eniştemiz bunu anlayarak müteessir olmasın diye ona açıkca taraftarlık ederdik. Fakat ona takılan bu lakap kendisini ihmal etmek için bir sebep sayılmaz ve akrabalarımızın kendisiyle görüşmelerimize mâni olmazdı. Nasıl ki bu şöhreti, hükümetin onu evvela defterdar; sonra yine defterdar, sonra mutasarrıf; sonra yine mutasarrıf ve nihâyet bir kere de vali tâyin etmesine engel olmamıştı. Onu ikide bir gönderdiği memuriyetlerden azleden Babıâli ikide birde yine böyle bir memuriyetle başka bir yere göndermekte mahzur görmüyordu. Bizde, bu hususta hükümetle mutabık olarak, adına ilâve ettiğimiz bu sıfatı muhabbetimize mani saymıyorduk. Hatta, bu mâruf deliliğinden dolayı onun nice huysuzluklarını mazur görebiliyorduk. Zira o bizi, hemen dâima, Çamlıca’nın latif, hafif, bahar havasına benziyen bir latife, çocukluk ve gülme havasına sürüklüyordu.
Zaten, biraz dikkat etsek, görürüz ki, insanların çoğu yarı deli, yarı iradelidirler. Ve kâh iradeleriyle, kâh delilikleriyle hareket ederler. Onları olduklarından daha az deli ve daha çok iradeli zannetmek hatalıdır. Eğer her yaptıklarını mantıki bir zihnin hesaplarıyle izah etmeğe kalkışırsanız, kendilerine çok kere hatırlarına gelmemiş olan maksatlar isnat etmiş olursunuz. Hayatı ilmî denecek bir görüşle kavrarsanız, çok kere, insanların yaptıklarında böyle makûl sebepler ve söylediklerinde mantıkî mânâlar bulunmadığını anlarsınız. Kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak âdetinden korunmalı ve kurtulmalıyız. Bütün hayatlar o kadar delişmenliklerle doludur ki, eğer hepsi anlatılsa bir kısmına inanılamaz ve her harekete makûl bir sebep aransa daima bulunamaz.Her geçirdiğimiz zaman, biraz sonra, kendimize delilik zamanları diye görünmeğe mahkûmdur. Zira delişmenliğinden haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemiyen mantığımızla, âdeta rahatsız, hasta olan insanlarız.
Ötekilerse bundan haberleri olmayan ve rahat kalanlardır. Çünkü kendini bilmeyen bir hafif delişmenlik bir nevi kurtuluştur. Hayal içinde yüzen insanlar belki etrafındakileri üzerler, fakat gördüğümüz hakikat değil, inandıkları hülya içinde kalarak kendilerini bu imanla kurtarırlar!
Böyle, delişmenlerle görüşmenin büyük bir faidesi vardır: Onlar, insanlar hakkında daha doğru bir fikir edinmemize yararlar ve cemiyet içinde emeklerimizi senelerle boş yere kemirecek ve yolumuzu nafile yere senelerle uzatacak yanlışlardan sakınmamıza hizmet ederler. Filhakika insanlar yalnız akıllariyle yaşamadıkları gibi, “aklı selim” denilen şey de umumi değil gayet nisbidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirlerini, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makûl ve mantıkî bulmağa insiyakî bir meyli ve tehlikeli bir alışkanlığı vardır.Böylece, bize kalsa, yanlış olarak, kendimizin büsbütün makûl bir âlemde yaşadığımızı sanırız. Halbuki deliler bizi bu gafletimizinden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deli ile konuşurken, daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir; belki uzun zamanlarda öğrenemiyeceği şeylere akıl erdirir. Başkalarının müfekkirlerine tesir etmek için samimiyetin kâfi gelmediğini, herkesin kendi mantığımızla düşünmediğini, insanların bir kısmının bizim ruhumuzla hiçbir alakaları olmadığını ve birçok şeylerin bu bakımdan ne güç olduğunu anlarız. Deliler, insanın hususiliğini, muhakemesizliğini ve her fikrin nisbiliğini, ayrılığını gözle görülür ve elle tutulur şekilde temsil etmekle bize büyük bir kolaylık ve istifade temin etmiş olurlar. Onların görünüşte artık mücerret olarak insanların aklına, mantığına, muhakemesine itimat etmek gibi hiç câiz olmayan hafifmeşrepliklerden kurtuluruz. Artık insanların talihlerini kendilerinin yaptıkları hakkındaki kanaatimiz kuvvetlenir. Sağırların yanında her zaman yanında söylemeği âdet edindiğimiz sözlerin lüzûmsuzluğunu duyduğumuz ve söylemeğe değer sözlerin azlığını idrak ettiğimiz gibi, delilerin yanında da nice muhakemelerden vazgeçmek ve kabul edilmesi başka bir şuura ihtiyaç gösterecek şeyleri söylememek lüzumunu anlar ve uslanırız.
Zira biz de, mahkemeler gibi, insanları çok kere adam yerine koyarız. Sanırız ki, düşünürsek düşüncemizi takdir edecekler; söylersek, sözümüzü anlayacaklar; bilirsek ilmimize inanacaklar; doğru hareket edersek, lehimize şahadet edeceklerdir. Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur.
Hayatımızın her ânında yapyalnız kalırız. Çağırırız, kimse imdadımıza gelmez. Muhitimiz bize karşı her an kör, sağır ve şuursuzdur. Yabancı gözler, sandığımız gibi, görmek için değildir; kördür, görmez. Yabancı kulaklar, umduğumuz gibi duymak için değildir; sağırdır, işitmez. Hayatımızın şahitleri de, beklediğimiz gibi, bizi duyan en yakın akrabalarımız değil, bizi duymayan en uzak yabancılardır. Düşündüğümüze kanmazlar; söylediğimizi anlamazlar; bildiğimize inanmazlar, hareketlerimizi kavramazlar ve kendi doğru sandıklarını söyleseler bile, bizim hakikatlerimizi değil, kendi yalanlarını söylerler. Zira herhangi bir samimiyet bile mutlaka hakikat demek değildir. Bunlar çok kere de, kahraman edaları takınarak ve kahramanlık gösterdiklerine inanarak, isnat, tahkir, tezyif ve iftira ederler! O zaman gönlümüz kırılır, “Ya? Onun da içyüzü bu muydu? Ben de onu adam sanmıştım!” deriz. Düşünmeyiz ki işte asıl hatamız buradadır.
Hatırlayınız ! Hiç şaşmayan bir intizam ile işlediğini gördüğümüz beşeri bir kanun vardır: Nerede zekâ umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayalığa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz. Gençliğimizin saffetli zamanlarında menfaatine yardım etmiş olduklarımıza, senelerden sonra, rast gelince geçmiş zamanların olgunlaştırdığı bir eski muhabbetle karşılaşacağımızı sanırız. Ve yıllanmış bir kinle karşılaşırız. İnce birtakım vefakârlıklar uğruna çürüttüğümüzü gördüğümüz bir ömrün akşamında başkaları gizlendikleri bataklıklar içinde yılan başlarını kaldırarak bize ıslık çalarlar. Düşünmeyiz ki, çektiğimiz onlara itimat etmiş saffetimizin cezası ve muhabbet göstermiş za’fımızın belâsıdır.
İşte, hiç şaşmayan bir intizam ile işleyen bu beşerî kanun karşısında, bizim her zaman umduğumuz gibi bulduğumuz, denilebilir ki, ancak delilerdir. Onların tabiatı daha sağlamdır. Asıl olduklarına daha çok benzerler. Kendilerinden delilik bekleriz ve filhakika bulduğumuz da budur. Delinin huyu, taşıdığı ismi gibi malûmdur. Ondan artık insaf, iz’an, ahlâk, mantık, şefkat, muhabbet, sadakat gibi diğerlerinde nâfile arayıp da bulamadığımız faziletleri zaten beklemeyiz Onlar kendi haklarında önceden edindiğimiz fikirlere sonradan da uygun çıkarlar. Haklarında çok şaşırmış olmayız. Seneler geçer ve onların aynı deliliklere devam ettiklerini görürüz. Bu bakımdan da onlarla tanışmak daha pratiktir.
Gerçi çoğumuzun delilikten çekinmesine zaten şunun için pek de lüzum yoktur. Bir insanın aklını bozabilmesi için evvelce bu aklın mevcut olması lâzım gelir. Deli eniştemizin bazan söz arasında: “Aklımı oynatırım!“ yahut, “Hay şimdi aklımı kaçıracağım!“ gibi bir şey söylediği olurdu. Onu hiç beğenmeyen annem ya bu yahut bunun başkaları tarafından kendisine naklolunduğunu duyar, ve o zaman: “Nafile! Hiç merak etmesin! Aklı yok ki kaçırsın!” derdi. Çoğumuza böyle bir muafiyet nasip olduğunu kabul edebiliriz. Fakat insanların çoğu bu akılsızlıklarını göreneğin verdiği bir maske ile örterler. Delilerse böyle bir peçe altında gizlenerek bizi aldatamazlar. Denilebilir ki onların hep meydanda olan ve bazan beterleşen bir tek yüzleri vardır. Kendilerinden sakınmak için lazım olan ihtiyat tedbirlerini almanın bize düştüğünü görür ve bunda kusur etmeyiz. Diğer insanlarsa bizi gâfil avlarlar. Zira onlar bir değil, hatta iki değil, üç yüzlüdürler: Bir (1) gizlediklerini bildikleri; bir(2) gösterdikleri yüzleri vardır. Fakat(3) asıl karası ve şeytanîsi bir üçüncüsüdür ki ne gizledikleri, (fakat bizim teşhis edebildiğimiz), ne gösterdikleri (fakat bizi aldatmayan) yüzlerine benzemez. En karanlık zamanlardan miras olan bu üçüncü yüzleri, ki ihtimal(3) asıl iç yüzleridir, onları çok kere kendi menfaatleri aleyhine bile körü körüne ve hesapsızcasına harekete getirir. Eniştemizin çok kullandığı bir tâbirle onlara, “fisebilillah” fenalık ve hayvanlık ettirir. Biz artık bu kadarına ihtimal vermeyiz. Onlar böylece huylarını ya bilmez, ya açağa vurmaz, ya ustalıkla gizler, ya sarahatle duyurmaz ve bizi aldatabilirlerken, kendilerinin bile belli etmemeğe çalıştıkları ve sakladıkları bu huylar delilerde meydanda ve boy atmış bir haldedir ve gözlerimize çarpar. Şimdi anlıyorum ki deli eniştemizin karşısında insanın aldanmasına imkan bırakmıyan ve adeta hoşuna giden bir emniyet hissi duyulurdu .Zira bütün bu gizlenen insan huyları onda, saklanmaz boyutlara yükselir, gözlere batan çaplara erişirdi. Böylece siz onları sarahatle görebilir ve şerlerinden korunabilirdiniz. Deli eniştemiz zehriyle birlikte panzehirini de sunuyor, öyle ki tehlikesiz kalıyor, hatta belki de, sadece insan tabiatını meydan çıkararak faydalı bir adam rolü oynamış oluyordu.
Fakat ben, çocukluk zamanlarımda, tabiatının sonradan gördüğüm bu faydalı taraflarını daha kavrayamıyarak, onun delişmen huylarını belki sadece gülünç bulduğum için seviyordum.
ABDÜLHAK ŞİNÂSÎ HİSAR
ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ
Sayfa 5-10
Varlık Yayınları
KUR’AN-I KERİM ve AÇIKLAMALI MEALİ
İSRA SURESİ
84. De ki : Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş
yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu
Rabbimiz en iyi bilendir. Size ancak az bir bilgi
verilmiştir.
( Bu ayet, insan için ruhun mahiyetini kavramanın imkansız olduğunu
ifade etmektedir. Nitekim “Ruh’un mahiyeti” problemi, asırlardır
insanlığı en çok düşündüren konulardan bir olmakla beraber, halen
mes’eleye nihai bir çözüm getirilemiştir ve öyle görülüyor ki, bundan sonra da
getirilemecektir. )
Hazırlayanlar: Prof.Dr.Ali Özek, Prof.Dr.Hayrettin Karaman, Doç.Dr.Ali Turgut
Doç.Dr.Mustafa Çağrıcı, Prof.Dr.İbrahim Kafi Dönmez, Doç.Dr.Sadrettin Gümüş
Sunan : Ayhan Görür