Fenerbahçe, Fotoğraf -Ayhan Görür
KURURKEN
Ağaç acımıştı üşüyenlere. Üşüyorlardı titreye titreye, dişleri birbirine vura vura; üşüyorlardı, boyunları kısık, yüzleri mosmor, sokulacak bir yer arayarak. İlikleri, kanları, kemikleriyle üşüyorlardı.
Ağaç son bir defa daha baktı yeşil yapraklarına. Cıvıl cıvıl yeşil yapraklarına. Cıvıl cıvıldı yeşil yaprakları. Boyu dik ve uzundu ve dolaştıkça liflerinde hayatın cevherli özü, bir mutluluk tepeden tırnağa bütün dallarında...
Vazgeçmek dalıdan, yeşilinden serçesinden, bülbülünden. Ve kaskatı kurumak. Ve yanmak. Ve ısıtmak...
Isınanların neşesindeki sıcaklığı düşündü... Gevşeyen kasılmış yüzler, beş parmağı ayrık uzanmış eller ve ortada alev alev yanan gövdesi.
* * *
Kurumalıyım, dedi ağaç kurulmalıyım.
Sararmaya başladı dallarının yeşili...
Arada bir, kazara konan bir-iki serçe, yadırgıyordu sopalaşan dallarını...
- Sen eskiden böyle değildin, diyordu. Kıvrım kıvrım yeşillerin...Nemli yeşil kabuğunun serin canlılığı, türkülerin ve uğultularınla baş döndürücü bir büyüde yaşardın. Ne oldu sana böyle?
Ağaç şöyle bir bakıyordu gelmemek üzere uzaklaşanların arkasından; kanat sesleri, sesler, türküler ve uğultular soyulup gidiyordu benliğinden.
İnatla, ısrarla, ihtirasla devam ediyordu kurumaya.
Bazı akşamlarda, çökünce her yere alaca karanlık, tuhaf bir buruklukla, kendisini göz ucuyla hafiften süzerdi ağaç.
- Güzeldi be, derdi, eski yeşilliklerim.
Şiirli, yumuşak ve buram buram sevda kokuyordu. Artık iyice kuruyorlar. Katı çatırtılar geliyor her yerimden. Üşüyenler donmadan, hızlıca yanmam gerek.
* * *
Toplanıp da hayretle bakanlar vardı ağaca:
- Yazık gitgide kuruyor...
- Mahvolmuş canım ağaç.
- Nasıl da çirkinleşmiş çabucak.Ağaç duymazlıktan gelirdi bu sözleri...
Ya o titreyen eller, derdi, ya sokulacak yer arayanların morarmış dudakları...
Ne de güzel ısınacaklar yangınımda. Serçeymiş, bülbülmüş, dal yeşili, aşk türküsü ve kendince yaşamanın uğultulu büyüsü... Hiçbiri değmez iri iri alevlerle tutuşmanın lezzetine...
Ufaktan ufağa kopan dallarında dumanlı bir ateşin minik oyunları bir sönüp bir yanarak başlamıştı bile üşüyenleri toplamaya. Koşuyordu üşüyenler...
Fısıltılar kaplıyordu yığınları:
- Sen ne biçim ağaçsın, ne türkün var, ne yeşilliğin, böyle miydin yoksa hep?
- Yok, dedi ağaç, hep böyle değildim... Sen görseydin vaktiyle benim yeşilliğimi anlardın hangi güçle daha güzeli bulmak için hangi güzelliği yendiğimi...* * *
Bir kuş:
- İnanmam dedi, sen bir ağaçsın; bir damlacık yeşer de göreyim marifetini.
Ağaç düşündü:
Toplana toplana koşuyordu üşüyenler.
- Değer mi?
- Değmez, ben yanmak için...
- Değmez ama son bir defa denesem...
- Niçin denemeli, hiç mi biliyorsun o tadı?..
- Onun da bir başka tadı yok muydu hiç?
- Vardı...
- Yoktu...
- Var veya yoktu...
Ağaç garip kuşa laf olsun gibilerinden bir hüner göstermek için, ta ucundan azıcık bir-iki yeşil yaprak uzattı...
Kuş heyecanla yaklaştı:
- Güzelmiş, dedi, gerçekten yeşilliğin...
- Güzeldi ya...Ama kurumak gerek...
* * *
Tekrar kurudu ağaç... Yandıktan sonra küllerinde, özenti son yeşilinin gizli bir özlemi. Pişmanlık taşımayan bir özlem. Adam sen de'yle karışık bir özlem. Ama yine de minicik minicik bir özlem. Kuruduk, yandık ve ısıttık derken, hayata doymamış olmaktan kalan, kuytuda unutulmuş belirsiz bir özlem.
Çetin Altan
Şeytanın gör dediği
14.11.1985- Güneş Gazetesi
İstanbul, Fotoğraf -Ayhan Görür