8 Ocak 2008

Akıllı ve anlayışlı bir kimsenin nasıl olup da pişman olacağı şeyleri yaptığına dair...Ebû Hayyân Tevhîdî

* * *

OTUZ DOKUZUNCU SOHBET

Ebû Süleyman'a soruldu: Nasıl oluyor da, akıllı, anlayışlı, basiretli ve mahir bir kişi pişman olacağı şeyi yapabiliyor? Sonucunu bildiği şeyin öncüllerini nasıl irtikap ediyor? Aklının karşı çıktığı, dininin çirkin gördüğü, güzel duyguları nedeniyle iğrendiği, alışkın olmadığı, yapmaması için başkalarına öğüt verdiği bir şeyin üzerine nasıl gidebiliyor? Oysa bunu sırf kendisi seçerek, isteyerek ve kendinde bulunan bir güç ile yapıyor. Üstelik aklı da onun dizgini, gemi, yargıcı ve önderi konumundayken?

Dedi ki: Seçme gücü (ihtiyar), yapabilme gücü (istitâa), potansiyel (kuvvet), muktedir olma (kudret), basiret, keskin karar, görüş, düşünce, keskin zekâ, gözüpeklik, çaba, uyanıklık ve bu kabilden olan, bunların yerine geçen, bunlara benzeyen ve bunların bulunduğu alanlara giren şeylerin insandaki durumu, bunların gerçek egemenindeki (melik: Allah?) durumu gibi değildir. Gerçek egemen bunları istediği yöne çeker. Yâni o bunların üzerinde tam bir egemenlik sahibidir. Eğer (insan bunlara) gerçek egemenlik bakımından sahip olsaydı, hiçbir yanlış yapmaz, az bile olsa sapmaz, gönül dağlayan pişmanlığa düşmez, can yakacak ve tasaya boğacak şeylere ilişmez, bu denli zahmetli işlere girişmez, şaşkınlık içerisinde oradan oraya gitmez, ters yüz olmuş ve gözleri bulanmış bir durumda kalakalmazdı. Bu özellikler bunların (gerçek) sahibi olan (Allah')tan, (kısmî) egemenlik yoluyla bulundurduğu zaman, bunlara sahip olan kişinin elinde kalan, yalnızca birtakım kalıntılardır. Ne zaman (Allah) onun fiilini tamamlamasını istese, fiilini tamamlaması konusunda ona yardımcı olur. Ta ki, kimse bu kişinin bağımsız olduğunu, kendi gücüyle yetkinleştiğini düşünmesin. Tam tersine, insan bir şeyi tamamladığında bundan sevinç duysun, fiillerinin bir kesintiye uğramadan başarıya ulaşması için bunu kendisine nasip edene şükretsin, sorunlar karşısında Rab'ine sığınsın, kendi gücüne, kuvvetine, bilgisine, basiretine, sağlamlılığına, kahramanlığına, gururuna ve yapısına güvenmesin; kendisi için daha evlâ olana teslim olsun, tüm egemenlik araçlarını ve sırtındaki yükü onun önüne bıraksın. Bu anlattıklarım aslında ilâhlığın ve kulluğun gereklerini yerine koymaktır. Bunları hangi vâdide helâk olduğu, hangi rüzgârın önünde savurduğu, hangi denizde boğulduğu, hangi sel suyunun sürükleyip geldiği çerçöp ve köpükler arasında çürüdüğü Allah katında hiçbir önem taşımayan kişiden başkası inkâr etmez.

Ben ona dedim ki: Bu sözler iyilerin, din adamlarının ve şeriatları koyanların
(: peygamberlerin) izlerini taşıyor.

Dedi ki: Ey oğul! Buna şaşmamalısın. Peygamberler, temiz kişiler (asfiyâ) ve onları izleyenlerin tümü bu dünyada onun ruhu (nefs) temizleyip öbür dünyada onun kurtulmasını sağlama çabasıile meşgûl olmuşlardır. Sözler karmaşık ve işaretler derin olsa bile, anlatılmak istenen şey açık, ulaşılması istenen amaç olarak ortadadır. Dini ortaya çıkaran hikmet değil midir? Hikmetten faydalanan din değil midir? Felsefe ruhun formundan başka nedir ki? Din ruhun yaşam biçiminden başka bir şey midir ki? Siz bana şeyhiniz el-Hadramî es-Sûfi'nin şöyle dediğinden söz etmiştiniz: Peçeler (en-nukub) çok olsa da güveyi (el-arûs)tektir. Çelişki ortadan kalkmış ve uyuşmazlık düşmüş bulunmaktadır. Bu durum, kendisine hiçbir elem katışığı ve üzüntü ilişiği bulunmayan sürekli hayatı talep edenler için kaçınılmazdır.


Ebû Hayyân Tevhîdî
930-1023

Felsefede Fârabî ekolünde yetişen Ebû Hayyân Tevhîdî
Arap nesrinde büyük usta Câhız'dan sonra
en dikkat çekici isim sayılmaktadır.
Ona "filozofların edîbi; ediplerin filozofu;
Câhız-ı Sânî (: ikinci Câhız) deniyordu.
O, yazdığı kitaplarla dilden edebiyata,
kelâm ve felsefeden, psikoloji ve tasavvufa kadar
geniş bir alanda ustalığını göstermiştir.
Bordo-Siyah
Dünya Klâsikleri

Derleyen: Ayhan Görür

Hiç yorum yok: