19 Haziran 2009

Önemli olan nelere değer verdiğin ve...Kızılderili


Indian, Art
KIZILDERİLİ

Bir gün New-York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.
Gruptan biri,
Kızılderili'dir.
Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili
, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek böceği aramaya başlar.
Arkadaşları
, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.
Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder.

Kızılderili
, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder.
Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı, Kızilderili'ye: 'Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?'
diye sorar.
Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere
sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili
cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar.
Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmedigini kontrol eder.

Kızılderili, arkadaşına dönerek:
'Önemli olan, nelere değer verdiğin ve
neleri önemsediğindir.
Her şeyi ona göre duyar,
görür ve hissedersin.'der.


*
_/ Aynı dili konuşanlar değil,
aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. _/
Mevlâna Celâleddin Rumî

*
Can Dostlarımdan
sakar filozuf'un gönderisidir...



Fotoğraf, Ayhan Görür

Türk Dili ve ATATÜRK


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK



“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.
Ülkesini, yüksek istiklâlini kurtarmasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Derleyen: Ayhan Görür

TÜRKÇEMİZ...Rıfat Ilgaz


Baharda Doğa...
Fotoğraf, Ayhan Görür

TÜRKÇEMİZ

Annenden öğrendiğinle yetinme
Çocuğum,Türkçe'ni geliştir.
Dilimiz öylesine güzel ki
Durgun göllerimizce duru,
Akar sularımızca coşkulu...
Ne var ki çocuğum
Güzellik de bakım ister!

Önce türkülerimizi öğren,
Seni büyüten ninnilerimizi belle,
Gidenlere yakılan ağıtları...
Her sözün en güzeli Türkçemizde,
Diline takılanları ayıkla,
Yabancı sözcükleri at!


Bak, devrim, ne güzel!
Barış, ne güzel!
Dayanışma, özgürlük...
Hele bağımsızlık!

En güzeli sevgi!
Sev Türkçe'ni çocuğum,
Dilini sevenleri sev!


Rıfat Ilgaz


Derleyen: Ayhan Görür

18 Haziran 2009

Farkında olmalı insan...Can Yücel




Ciseleyen Yağmur Altında -Gül
Fotoğraf,
Ayhan Görür



Farkında Olmalı İnsan...

Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı.
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen
...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını
Fark etmeli.
Anne karnına sığarken d
ünyaya neden sığmadığını
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını
Fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle a
nne karnı gibi olduğunu
Fark etmeli.
Henüz bebekken 'dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı
olduğunu, ölürken de aynı avuçların
'her şeyi bırakıp gidiyorum
İşte!' d
ercesine apaçık kaldığını
Fark etmeli.
Ve kefenin c
ebinin bulunmadığını
Fark etmeli.
Baskın yeteneğini
Fark etmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini
Fark etmeli insan
Ve ölmeden evvel ölebilmeli.
Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini
Fark etmeli.
Eşref-i mahlukat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu
Fark etmeli.
Ve ona göre yaşamalı.
Gülün
hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki g
ülü
Fark etmeli.
Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde
Çocuk sahibi olmaktan korkmanın m
antıksızlığını
Fark etmeli.
Eşine 'Seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü
Fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini, a
ma arka
Sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu

Fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek
Kırıntılarını
yemekte gizlendiğini
Fark etmeli.
Fark etmeliyiz çok geç olmadan…

Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür.



Can YÜCEL


Can Dostum


Sakar Filozof gönderisinden...


Derleyen: Ayhan Görür

O Kemal, Mustafa Kemal...Şule Türel




O KEMAL, MUSTAFA KEMAL!

Güm! Dedi davulun bağrında
Bir koca tokmak,
Çökertti karanlığı.
Daha ilk kurşunda Kuvvacılar,
Gerildi göklere mavi atlas,
Çekildi üstüne Al Bayrak,
Hey gidinin efesi hey!
Hey! Nehirler, denizler, dağlar
Kalktı yürüdü Anadolu,
Kalktı yürüdü İzmir’e kadar.
*
Durur mu hiç, durur mu?
O Kemal, Mustafa Kemal!
Mavi gözleri çakmak çakmak
Diyor ki: -Şimdi başlıyor savaşımız
Hedefimiz uygar olmak!
-Uygar olmak ne demek?
-Uygar olmak, adam olmak!
Aydınlatacağız bilimle fenle
Aklımızın yollarını,
Bir tek gereksinmemiz var bunun için,

O da çalışkan olmak!

Şule TÜREL


O Kemal, Mustafa Kemal

Derleyen: Ayhan Görür

15 Haziran 2009

Yaratma tutkusu...Adnan Binyazar



RODİN


Yaratma tutkusu...

Kimileri yazı yazmayı oyalayıcı bir edim sayıyor. Böyle algılayanlar; sözcüklerden düşünce üreten, sesleri duygu süzgecinden geçırip melodiye dönüştüren, çamuru yoğurup sanatsal kılan, fırçanın ucuna buladığı renkle sevdalar yaratan... biri değilse, bunun bir yazara söylenmiş en aşağılayıcı söz olduğunu akıllarından bile geçirmezler.
Stefan Zweig, dostu Rodin'i görmeye gider. Rodin, yontusunun başındadır. Zweig'i başını sallayarak selamlar, "Omzunda bir fazlalık var, onu tıraşlayıp geliyorum," der.
Bu görüşmeye ilişkin anlattığı yazısını şöyle bitiriyor Zweig: "Rodin, işini tamamlayıp döndüğünde aradan kırk sekiz saat geçmişti..."
Sanat, varlığı sonsuzluğa erdirme edimidir. Yaratma tutkusu, dostu da zamanı da öteler. Bunun bilincinde olmayanlar, tutkuyla hevesi birbirine karıştırır, sanatı oyalanma sayarlar.
Raffaello, sevgilisini sonsuzlaştırma tutkusuyla, Papa'nın, kardinallerin onu yok edeceğini bile bile, o güzelliğin ardına düşmüştür.
Vermeer'in gözü, çevresini saran onca soylu kadını görmemiş, o da hizmetçisi "İnci Küpeli Kız"ın üzüm tanesi yüzünü güzelliğin duygu tarihine işlemiştir.
Sanatsal çaba, yalnızca sıradan insanlarca değil, heveslilerce de oyalanma sayılıyor. Böyle algılamada sıradan insanın bir kaybı olmaz, ama bir şey yapacağım diye emeğini yele savuranlar, en başta kendilerini aldatırlar.
Öyleleri var ki, şiirden haberi yok şiir yazıyor, resmin ne olduğunu bilmiyor resim yapıyor, sesi kargaları güldürüyor, şarkı söyleyeceğim diye bedeninde sallamadık yer bırakmıyor...
Doğada her nesne birbirinin üreticisidir, tamamlayıcısıdır. Bu bağlamda her varlık birbirini tamamladığı oranda yok da eder. Tohum bitkiyi tamamlıyor, bitki tohumu; toprak ağacı tamamlıyor, ağaç toprağı; yağmur suyu tamamlıyor, su yağmuru...
Börtü böceğin toprak altında ne yapıp ettiğini bilen var mı?..
Varoluş, nesneler arası etkileşimin yarattığı dengeler düzeneğidir; denge bozuldu mu, yok olanın yeri boş kalıyor; yapay, doğalın yerini alıyor...
Böyle giderse, yapaylaşa yapaylaşa, dünya, dengesini yitirip batacak mı, yoksa, insanın aklı başına gelip bozgunu önleme çareleri mi arayacak?..
Sanatsal üretimin dengesi daha ince ölçülü; kötü, iyinin yerini aldı mı; çoğunluk, karınca gibi, kötünün üstüne çok çokuşup* onu öne çıkarıyor. Yazdıklarını "şaheser" diye yutturmaya kalkan şairimsilerin her dönemde çoğunlukta oluşunun nedeni bu...
İyi şiir, söz incisidir; kötünün sürüsüne bereket! Güneşin önüne gelen el kadar bulutun, aydınlığı körelttiği gibi kötü de, güzelliğe gölge düşürür.
Şairin sahtesi güzellik bozguncusudur, gerçekten uzaktır. O, kendi yazdığından başka şiir tanımaz; gerçeği ise, her iyi şairle, şiirin temellerine sağlam bir taş koyar.
Kötünün iyinin yerini alması, şiir okurunun silinip gitmesine yol açtı. Her olay anlatanın yazar sanıldığı romanda, müzikte de öyle değil mi?
Şu unutulmamalı; sanat, kalabalığın değil, bireysel yaratıcılığın ürünüdür. Ne denli gölgelense, sanatsal yaratıcılık, güneşini özünde taşır.
20.yüzyılda hapislerde çürütülen Nâzım Hikmet'i 21.yüzyıla taşıyan, daha da ötelere götürecek olan, ondaki bu güç, o yaratma tutkusu değil midir?..

çokuşup*, yerel bir sözcük,"üzerine üşüşme" anlamına geliyor. Eğer "karıncaların toplaşması" kastediliyorsa, Anadolu -özellikle Seyhan bölgesi - ona "köreleme" diyor.
Adnan Binyazar

"İnci Küpeli Kız" -VERMEER

Yaratma tutkusu...

Kimileri
yazı yazmayı oyalayıcı bir edim sayıyor. Böyle algılayanlar; sözcüklerden düşünce üreten, sesleri duygu süzgecinden geçırip
melodiye dönüştüren, çamuru yoğurup sanatsal kılan, fırçanın ucuna buladığı renkle sevdalar yaratan... biri değilse, bunun bir yazara söylenmiş en aşağılayıcı söz olduğunu akıllarından bile geçirmezler.
Stefan Zweig, dostu Rodin'i görmeye gider. Rodin, yontusunun başındadır. Zweig'i başını sallayarak selamlar, "Omzunda bir fazlalık var, onu tıraşlayıp geliyorum," der.
Bu görüşmeye ilişkin anlattığı yazısını şöyle bitiriyor Zweig: "Rodin, işini tamamlayıp döndüğünde aradan kırk sekiz saat geçmişti..."
Sanat, varlığı sonsuzluğa erdirme edimidir. Yaratma tutkusu, dostu da zamanı da öteler. Bunun bilincinde olmayanlar, tutkuyla hevesi birbirine karıştırır, sanatı oyalanma sayarlar.
Raffaello, sevgilisini sonsuzlaştırma tutkusuyla, Papa'nın, kardinallerin onu yok edeceğini bile bile, o güzelliğin ardına düşmüştür.
Vermeer'in gözü, çevresini saran onca soylu kadını görmemiş, o da hizmetçisi "İnci Küpeli Kız"ın üzüm tanesi yüzünü güzelliğin duygu tarihine işlemiştir.
Sanatsal çaba, yalnızca sıradan insanlarca değil, heveslilerce de oyalanma sayılıyor. Böyle algılamada sıradan insanın bir kaybı olmaz, ama bir şey yapacağım diye emeğini yele savuranlar,
en başta kendilerini aldatırlar.
Öyleleri var ki, şiirden haberi yok şiir yazıyor, resmin ne olduğunu bilmiyor resim yapıyor, sesi kargaları güldürüyor, şarkı söyleyeceğim diye bedeninde sallamadık yer bırakmıyor...


  • Doğada her nesne birbirinin üreticisidir, tamamlayıcısıdır. Bu bağlamda her varlık birbirini tamamladığı oranda yok da eder. Tohum bitkiyi tamamlıyor, bitki tohumu; toprak ağacı tamamlıyor, ağaç toprağı; yağmur suyu tamamlıyor, su yağmuru...
  • Börtü böceğin toprak altında ne yapıp ettiğini bilen var mı?..
  • Varoluş, nesneler arası etkileşimin yarattığı dengeler düzeneğidir; denge bozuldu mu, yok olanın yeri boş kalıyor; yapay, doğalın yerini alıyor... İtalik

Böyle giderse, yapaylaşa yapaylaşa, dünya, dengesini yitirip batacak mı, yoksa, insanın aklı başına gelip bozgunu önleme çareleri mi arayacak?..
Sanatsal üretimin dengesi daha ince ölçülü; kötü, iyinin yerini aldı mı; çoğunluk, karınca gibi, kötünün üstüne çok çokuşup* onu öne çıkarıyor. Yazdıklarını "şaheser" diye yutturmaya kalkan şairimsilerin her dönemde çoğunlukta oluşunun nedeni bu...
İyi şiir
, söz incisidirİtalik; kötünün sürüsüne bereket! Güneşin önüne gelen el kadar bulutun, aydınlığı körelttiği gibi kötü de, güzelliğe gölge düşürür.
Şairin sahtesi güzellik
bozguncusudur, gerçekten uzaktır. O, kendi yazdığından başka şiir tanımaz; gerçeği ise, her iyi şairle, şiirin temellerine sağlam bir taş koyar.
Kötünün
iyinin yerini alması, şiir okurunun silinip gitmesine yol açtı. Her olay anlatanın yazar sanıldığı romanda, müzikte de öyle değil mi?
Şu unutulmamalı; sanat, kalabalığın değil, bireysel yaratıcılığın ürünüdür. Ne denli gölgelense, sanatsal yaratıcılık, güneşini özünde taşır.
20.yüzyılda hapislerde çürütülen Nâzım Hikmet'i 21.yüzyıla taşıyan, daha da ötelere götürecek olan, ondaki bu güç, o yaratma tutkusu değil midir?..

çokuşup*,yerel bir sözcük,"üzerine üşüşme" anlamına geliyor. Eğer "karıncaların toplaşması" kastediliyorsa, Anadolu -özellikle Seyhan bölgesi - ona "köreleme" diyor.

Adnan Binyazar

Can Dostumun
PAZAR YAZILARI
Cumhuriyet Pazar'da

Derleyen: Ayhan Görür

11 Haziran 2009

Allah var mı?...



Adamın biri her zaman yaptığı gibi, saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti.
Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.

Değişik konular üzerinde konuştular.

Birden Allah ile ilgili konu açıldı…

  • Berber: ” Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum.”
  • Adam: ” Peki neden böyle diyorsun?”
  • Berber: ” Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum…”


Adam bir an durdu ve düşündü; ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi.

Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda, caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam, bu kadar dağınık göründüğüne göre, belli ki traş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü.

  • Adam: ” Biliyor musun ne var; bence, berber diye bir şey yok”
  • Berber: ” Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.”
  • Adam: ” Hayır, yok; çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.”
  • Berber: ” Hımmm… Berber diye bir şey var; ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?”
  • Adam: ” Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var; insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!”

Can Dostlarımdan
Sakar Filozof
'un
gönderisidir...

Voltaire: Allah nedir?
http://ayhangorur.blogspot.com/2006/10/tanri-allah-dieu-voltaire.html
(Lütfen Tıklayınız)

Mevlâna: Tanrı ve İnsan...
http://ayhangorur.blogspot.com/search/label/Mevl%C3%A2na-Tanr%C4%B1%20ve%20%C4%B0nsan
(Lütfen Tıklayınız)

Kadıköy Özgürlük Parkı'nda Bahar...
Fotoğraf, Ayhan Görür

Derleyen: Ayhan Görür

6 Haziran 2009

Yaşamak için bir nedeni olan kişi..Nietzsche


PARADOXE

"
Yaşamak için bir nedeni olan kişi,
hemen her nasılsa yaşayabilir.
"

" Bu da dahil tüm genellemeler yanlıştır. "

Nietzsche
Nietzsche Ağladığında...
http://video.google.com/videoplay?docid=8558314145089183904
(Lütfen Tıklayın)

Derleyen: Ayhan Görür

Bilsem ki...Rıfat Ilgaz



Rıfat Ilgaz "Beyazlığı"...
Fotoğraf, Ayhan Görür

Bilsem ki...

Bu ayaklar benden hesap soracak,
Bir düşüncenin peşinden dolaştırdım
Sokak sokak.
Bu baş, bu eğilmez baş da öyle...
Bazı sarhoş bazı, bazı yorgun
Her zaman bir yastığa hasret!
Bu ciğer de hesap soracak,
Esirgedim, güneşini, havasını.
Bu ağız,bu dişler, bu mide...
Ne ikram edebilirim ki bol keseden!
Bu bilekler de hesap soracak,
Göz yumdum çektikleri eziyete.
Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede;
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi
Bilsem ki suç bende!..

Rıfat Ilgaz


Rıfat Ilgaz
" Bu ayaklar benden hesap soracak
Bir düşüncenin peşinden dolaştırdım
Sokak sokak..."
diyor...
*
Bana göre;
Rıfat Ilgaz,
düşüncenin peşinden koşmamakta,
genelde,
hakkın,
aşkın ve doğrunun peşinden koşmakta,
evrensel değerler O'nu
güçlü kılmaktaydı.

Derleyen: Ayhan Görür

1 Haziran 2009

Hayat Bir Gölgedir...Adnan Binyazar/William Shakespeare




"Hayat dediğin ne ki; yürüyen bir gölge,
bir zavallı kukla gölgede.

Bir saat boy gösterecek,
boyun kırıp gidecek!"

William Shakespeare


Erguvan Ağacı ve Çiçeği
Fotoğraf, Ayhan Görür

*

Can Dostlarımdan
Adnan Binyazar'ın
Ölümün Gölgesi Yok
Romanından
Esinlenerek düzenlenmiştir.


_/ Kızın, rüyasında yoksul bir derviş gördüğünü,
elinden aşk şarabını alıp yudumladıktan sonra
dervişe tutulduğu içime doğmuştu.
_/

Adnan Binyazar

Derleyen: Ayhan Görür