RODİN
Yaratma tutkusu...
Kimileri yazı yazmayı oyalayıcı bir edim sayıyor. Böyle algılayanlar; sözcüklerden düşünce üreten, sesleri duygu süzgecinden geçırip melodiye dönüştüren, çamuru yoğurup sanatsal kılan, fırçanın ucuna buladığı renkle sevdalar yaratan... biri değilse, bunun bir yazara söylenmiş en aşağılayıcı söz olduğunu akıllarından bile geçirmezler.
Stefan Zweig, dostu Rodin'i görmeye gider. Rodin, yontusunun başındadır. Zweig'i başını sallayarak selamlar, "Omzunda bir fazlalık var, onu tıraşlayıp geliyorum," der.
Bu görüşmeye ilişkin anlattığı yazısını şöyle bitiriyor Zweig: "Rodin, işini tamamlayıp döndüğünde aradan kırk sekiz saat geçmişti..."
Sanat, varlığı sonsuzluğa erdirme edimidir. Yaratma tutkusu, dostu da zamanı da öteler. Bunun bilincinde olmayanlar, tutkuyla hevesi birbirine karıştırır, sanatı oyalanma sayarlar.
Raffaello, sevgilisini sonsuzlaştırma tutkusuyla, Papa'nın, kardinallerin onu yok edeceğini bile bile, o güzelliğin ardına düşmüştür.
Vermeer'in gözü, çevresini saran onca soylu kadını görmemiş, o da hizmetçisi "İnci Küpeli Kız"ın üzüm tanesi yüzünü güzelliğin duygu tarihine işlemiştir.
Sanatsal çaba, yalnızca sıradan insanlarca değil, heveslilerce de oyalanma sayılıyor. Böyle algılamada sıradan insanın bir kaybı olmaz, ama bir şey yapacağım diye emeğini yele savuranlar, en başta kendilerini aldatırlar.
Öyleleri var ki, şiirden haberi yok şiir yazıyor, resmin ne olduğunu bilmiyor resim yapıyor, sesi kargaları güldürüyor, şarkı söyleyeceğim diye bedeninde sallamadık yer bırakmıyor...
Doğada her nesne birbirinin üreticisidir, tamamlayıcısıdır. Bu bağlamda her varlık birbirini tamamladığı oranda yok da eder. Tohum bitkiyi tamamlıyor, bitki tohumu; toprak ağacı tamamlıyor, ağaç toprağı; yağmur suyu tamamlıyor, su yağmuru...
Börtü böceğin toprak altında ne yapıp ettiğini bilen var mı?..
Varoluş, nesneler arası etkileşimin yarattığı dengeler düzeneğidir; denge bozuldu mu, yok olanın yeri boş kalıyor; yapay, doğalın yerini alıyor...
Böyle giderse, yapaylaşa yapaylaşa, dünya, dengesini yitirip batacak mı, yoksa, insanın aklı başına gelip bozgunu önleme çareleri mi arayacak?..
Sanatsal üretimin dengesi daha ince ölçülü; kötü, iyinin yerini aldı mı; çoğunluk, karınca gibi, kötünün üstüne çok çokuşup* onu öne çıkarıyor. Yazdıklarını "şaheser" diye yutturmaya kalkan şairimsilerin her dönemde çoğunlukta oluşunun nedeni bu...
İyi şiir, söz incisidir; kötünün sürüsüne bereket! Güneşin önüne gelen el kadar bulutun, aydınlığı körelttiği gibi kötü de, güzelliğe gölge düşürür.
Şairin sahtesi güzellik bozguncusudur, gerçekten uzaktır. O, kendi yazdığından başka şiir tanımaz; gerçeği ise, her iyi şairle, şiirin temellerine sağlam bir taş koyar.
Kötünün iyinin yerini alması, şiir okurunun silinip gitmesine yol açtı. Her olay anlatanın yazar sanıldığı romanda, müzikte de öyle değil mi?
Şu unutulmamalı; sanat, kalabalığın değil, bireysel yaratıcılığın ürünüdür. Ne denli gölgelense, sanatsal yaratıcılık, güneşini özünde taşır.
20.yüzyılda hapislerde çürütülen Nâzım Hikmet'i 21.yüzyıla taşıyan, daha da ötelere götürecek olan, ondaki bu güç, o yaratma tutkusu değil midir?..
çokuşup*, yerel bir sözcük,"üzerine üşüşme" anlamına geliyor. Eğer "karıncaların toplaşması" kastediliyorsa, Anadolu -özellikle Seyhan bölgesi - ona "köreleme" diyor.
Adnan Binyazar
"İnci Küpeli Kız" -VERMEER
Yaratma tutkusu...
Kimileri yazı yazmayı oyalayıcı bir edim sayıyor. Böyle algılayanlar; sözcüklerden düşünce üreten, sesleri duygu süzgecinden geçırip melodiye dönüştüren, çamuru yoğurup sanatsal kılan, fırçanın ucuna buladığı renkle sevdalar yaratan... biri değilse, bunun bir yazara söylenmiş en aşağılayıcı söz olduğunu akıllarından bile geçirmezler.
Stefan Zweig, dostu Rodin'i görmeye gider. Rodin, yontusunun başındadır. Zweig'i başını sallayarak selamlar, "Omzunda bir fazlalık var, onu tıraşlayıp geliyorum," der.
Bu görüşmeye ilişkin anlattığı yazısını şöyle bitiriyor Zweig: "Rodin, işini tamamlayıp döndüğünde aradan kırk sekiz saat geçmişti..."
Sanat, varlığı sonsuzluğa erdirme edimidir. Yaratma tutkusu, dostu da zamanı da öteler. Bunun bilincinde olmayanlar, tutkuyla hevesi birbirine karıştırır, sanatı oyalanma sayarlar.
Raffaello, sevgilisini sonsuzlaştırma tutkusuyla, Papa'nın, kardinallerin onu yok edeceğini bile bile, o güzelliğin ardına düşmüştür.
Vermeer'in gözü, çevresini saran onca soylu kadını görmemiş, o da hizmetçisi "İnci Küpeli Kız"ın üzüm tanesi yüzünü güzelliğin duygu tarihine işlemiştir.
Sanatsal çaba, yalnızca sıradan insanlarca değil, heveslilerce de oyalanma sayılıyor. Böyle algılamada sıradan insanın bir kaybı olmaz, ama bir şey yapacağım diye emeğini yele savuranlar, en başta kendilerini aldatırlar.
Öyleleri var ki, şiirden haberi yok şiir yazıyor, resmin ne olduğunu bilmiyor resim yapıyor, sesi kargaları güldürüyor, şarkı söyleyeceğim diye bedeninde sallamadık yer bırakmıyor...
Böyle giderse, yapaylaşa yapaylaşa, dünya, dengesini yitirip batacak mı, yoksa, insanın aklı başına gelip bozgunu önleme çareleri mi arayacak?..
Sanatsal üretimin dengesi daha ince ölçülü; kötü, iyinin yerini aldı mı; çoğunluk, karınca gibi, kötünün üstüne çok çokuşup* onu öne çıkarıyor. Yazdıklarını "şaheser" diye yutturmaya kalkan şairimsilerin her dönemde çoğunlukta oluşunun nedeni bu...
İyi şiir, söz incisidir; kötünün sürüsüne bereket! Güneşin önüne gelen el kadar bulutun, aydınlığı körelttiği gibi kötü de, güzelliğe gölge düşürür.
Şairin sahtesi güzellik bozguncusudur, gerçekten uzaktır. O, kendi yazdığından başka şiir tanımaz; gerçeği ise, her iyi şairle, şiirin temellerine sağlam bir taş koyar.
Kötünün iyinin yerini alması, şiir okurunun silinip gitmesine yol açtı. Her olay anlatanın yazar sanıldığı romanda, müzikte de öyle değil mi?
Şu unutulmamalı; sanat, kalabalığın değil, bireysel yaratıcılığın ürünüdür. Ne denli gölgelense, sanatsal yaratıcılık, güneşini özünde taşır.
20.yüzyılda hapislerde çürütülen Nâzım Hikmet'i 21.yüzyıla taşıyan, daha da ötelere götürecek olan, ondaki bu güç, o yaratma tutkusu değil midir?..
çokuşup*,yerel bir sözcük,"üzerine üşüşme" anlamına geliyor. Eğer "karıncaların toplaşması" kastediliyorsa, Anadolu -özellikle Seyhan bölgesi - ona "köreleme" diyor.
Adnan Binyazar
Can Dostumun
PAZAR YAZILARI
Cumhuriyet Pazar'da
Derleyen: Ayhan Görür