Don Quijote
Aydınlanmanın erdemi
Aydınlanma çağı, aydınlatıcı ışığını yaymadan önce, karanlığın gizlediği pislikleri temizlemeye yöneldi. Yapıyı sağlam temele oturtmanın kuralı da budur: Kayalar parçalanacak, bataklıklar kurutulacak, cüruf kaldırılacak, çatı çatıldıktan sonra odaların döşenmesine geçilecektir.
Cervantes'in Don Quijote'si aydınlanma olgusuna iyi bir örnek oluşturur. Don Quijote, aydınlanma düşüncesinin bol alüvyonlu anlatı ırmağıdır, beyni safsatalarla doldurup insanlığı eylemsiz kılan boş hayalcilğin sonunu getiren ironisidir.
Kendini hayallere kaptıran insan, yanlışı doğru, doğruyu yanlış görür. Hayalcilik, ruhsal sarsıntıdan da kötüdür; kişinin gözünde, ömrü domuz ahırlarında geçen sıradan bir köylü kadınını kontes yapar, yel değirmenlerini devlerin ordusuna da dönüştürür...
Öyle ki, Don Quijote, karanlıkta düşman baskısına uğradığı korkusuyla kılıcını sağa sola sallarken, tavandaki şarap tulumlarından birini delip, oradan, kan sandığı şarabın aktığını görünce, en büyük düşmanını ortadan kaldırdığı düşlerine kapılır. Bu yanılsamayla, hayalci bir dünyanın sona erişinin anlatı tarihi başlamıştır.
Başta köyün rahibiyle berberi, Don Quijote'nin yakınları bir araya gelip, beynini çürüten kitaplardan kurtarmak isterler onu. Rahip az çok bilgisiyle, berber ve yakınları onun dediklerine inanarak, sakıncalı buldukları kitapları yakılmak üzere avluya atarlar. Yararına karar verdiklerini de yakmayıp bir yere gizlerler.
O günün koşullarında kitap, kişinin bilgiyle donatılmasını öngören aydınlanma düşüncesinden intikam almak için yakılıyordu. Kuşkusuz kitap yakmak insanlık suçudur. Hiçbir çağda bir çözüm de getirmemiştir. Nazi Almanya'sında, kitapları yakılan yazarların bile, Hitler'in Kavgam (Mein Kampf) adlı eserini yakmayışları, aydınlanma hoşgörüsünün sonucudur.
Bu örnek, özellikle 12 Mart'ın tarihe nasıl bir utanç sayfası eklediğini açıklamaya yetiyor! Yine de, 12 Mart sonrası iyi kitaplar yok edilirken, çöplük malı kitapların devlet eliyle kitaplıklara gönderildiği o kara günlerde, okumanın erdemine inanmış kişiler, ekmeğinden kesip parasını kitaba yatırmıştır.
Bireysel bilinçlenme budur. Şu günlerde, yasama-yürütme-yargı erkinin birbiri içinde etkisiz kılınıp tek kişi yönetiminin devreye sokulmak istendiği günler yaşanıyor. İnsanımızın, aklını kılavuz eyleyerek cesaretle arayışa yönelmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu, kişinin kendini bireysel bir varlık olarak algılamasına, bilgiyle donatarak aydınlanmanın erdemine ermesine bağlı bir olgudur.
Aydınlanma da, "kişinin, kendi aklınını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanması" değil midir?
Kant'ın şu saptamasını derinliğine kavrama sorumluluğu, sanırım, ülkemizde hiçbir dönemde bugünkü kadar önem taşımamıştır: "Doğa, insanı, dışardan yönlemdirmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmıştır. Buna karşın, korkaklık ve tembellik nedeniyledir ki, çoğunluk, yaşamları boyunca yetkinleşmemeyi kendi gönlüne yeğlemiştir. Bu yetkinleşmeme durumu, onların başına niteliksiz gözetici ve yöneticilerin gelmesini daha da kolaylaştırıyor."
Yetkinliğe erememiş bireyler, ne yazık ki, onu her alanda düşünsel eylemsizliğe sürükleyen en kötü durumların ayrımında bile olamıyorlar...
Adnan Binyazar
Cumhuriyet Gazetesi PAZAR, 2 Mayıs 2010
Cumhuriyet Gazetesi PAZAR, 2 Mayıs 2010
Derleyen: Ayhan Görür