30 Eylül 2007

Dörtlükler...Neyzen Tevfik

* * *

* * *
Neyzen Tevfik
Ney ve hiciv üstadı...

Mısır'dayken 'Deccal' dergisine yazdığı II. Abdülhamit'i hicveden şiirinden dolayı idama mahkûm edildi. Bir süre Bektaşi tekkelerinde gizlendi, Meşrutiyet'in ilânıyla İstanbul'a döndü.


Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca.
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır.

*

Fırka, parti diye halkın boğazından sıkarak
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi
Kazdığı câh-ı belâya yine kendi düştü.
Örsünü, kıskacını ..........min Çingene'si.

1918

*
Cebraili,İncil'i, Kur'anı
Yaktı attı bir alevin devranı.
Türk oğlunun istiklâl kürsüsünde
Okunuyor Çakır Efe fermanı.

1925
( Neyzen, Mustafa Kemal'e "Çakır Efe" dermiş.)

*
Romulus'la Romus'un süt anası imiş bir kurt.
Türklüğün remzi olan kurda vefâ değmelidir.

Mussolini, Romalı evlâtlarını ikaz eyle,
Her İtalyan bu sütün hakkına baş eğmelidir.

1934
*
Çobanın ismi Führer'dir, kasabın ismi Duçe,
Defteri zulmünü garbın yed-i kudret dürüyor.
Asgarî on yedi milyon sığırı, bir sığıra,
Rabbimin kudretine bak ki güttürüyor.

Fatih,1942
*
Bâzı gençler seni taklîd ediyormuş duydum,
Pek fenâ bir çığır açtın Neyzen.
Serserilik denen mahbûbu(sevgili, sevilen)
Alamaz koynuna her boşta gezen.

Fatih, 20 Temmuz 1948

*
Öyle hürriyete âşık ki kadınlar, hattâ
Hiç bir erkek olamaz onlara yol arkadaşı.
Çıkar at çarşafı teklifine karşı, nitekim
Donu fırlattı ...tünden, açacak yerde başı.

*
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon.
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us dediler.

Neyzen Tevfik



Derleyen: Ayhan Görür

İkilikler...Neyzen Tevfik

* * *

*
Neyzen Tevfik

  • Senin aşkınla gönlüm süt limanlık ya Resûl-Allah
    Kalın geldi fakire Müslümanlık ya Resûl-Allah.
  • Türkü yine o türkü, sazlarda el değişti,
    Yumruk yine o yumruk, bir varsa o değişti.
  • Her ne yap yap becerip izzeti-nefsinle geçin.
    Kimseden bekleme yardım, iki el bir baş için.
  • Kalmadı artık nakdin nazarımda kadri
    Kirli ellerde görünce paradan iğrendim.
  • Kâinatı doğuran kahbe bilir içyüzünü,
    Önü zulmet(karanlık), sonu zulmet, ...yim gündüzünü.
  • Kâbe'den maksat varmaktır yâra,
    Kör gibi tapınma kuru duvara.

Derleyen: Ayhan Görür

29 Eylül 2007

Tanrım...Neyzen Tevfik

* * *
*
Tanrım...

Serserinim, düştüm aşkınla neye,
Nasıl girdin elimdeki şu neye?
Hem seversin beni Neyzenim diye,
Hem de sarhoş diye destan edersin.


Neyzen Tevfik

Derleyen: Ayhan Görür

27 Eylül 2007

ATATÜRK: Yakın Tarih...Can Yücel - Ayhan Görür



Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk

Ergenekon'dan bu yana...
*
YAKIN TARİH
Gün gelir bu işe bu millet de şaşar
Tam kurşun işlemez karanlığın
Bir ateş böceğidir başlar...
Can Yücel

Derleyen: Ayhan Görür

26 Eylül 2007

Münakaşa...Can Yücel

* * *

*

Bilmelisin ki...
İki kişi münakaşa ediyorlarsa,
bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Can Yücel

Derleyen: Ayhan Görür

Bir Diyalog...Muhammed İkbal


*

* * *

Kandil
, Osmanlı Dönemi

Bir Diyalog


Gönül: "Tanrı'nın var olduğuna şüphe yok!"
Akıl: " Ama aziz evladım!
"Varlık" benim kuramlarımdan biri.
Senin bunu kullanmaya hakkın yok!"
Gönül: "Bu daha da iyi ta Aristo'm!"



Muhammed İkbal
Yansımalar, Gençlik Notları
Çeviri: Halil İbrahimToker
Kaknüs Yayınları

Derleyen: Ayhan Görür

24 Eylül 2007

Heiligenstadt...Ludwig van Beethoven

* * *

* * *
Ludwig von Beethoven

The Heiligenstadt Testament

For my brothers Carl and [Johann] Beethoven


Oh you men who think or say that I am malevolent, stubborn, or misanthropic, how greatly do you wrong me. You do not know the secret cause which makes me seem that way to you. From childhood on, me heart and soul have been full of the tender feeling of goodwill, and I was ever inclined to accomplish great things. But, think that for six years now I have been hopelessly afflicted, made worse by senseless physicians, from year to year deceived with hopes of improvement, finally compelled to face the prospect of a lasting malady (whose cure will take years or, perhaps, be impossible). Though born with a fiery, active temperament, even susceptible to the diversions of society, I was soon compelled to withdraw myself, to live life alone. If at times I tried to forget all this, oh how harshly I was I flung back by the doubly sad experience of my bad hearing. Yet it was impossible for me to say to people, "Speak louder, shout, for I am deaf." Ah, how could I possibly admit an infirmity in the one sense which ought to be more perfect in me than others, a sense which I once possessed in the highest perfection, a perfection such as few in my profession enjoy or ever have enjoyed.--Oh I cannot do it; therefore forgive me when you see me draw back when I would have gladly mingled with you. My misfortune is doubly painful to me because I am bound to be misunderstood; for me there can be no relaxation with my fellow men, no refined conversations, no mutual exchange of ideas. I must live almost alone, like one who has been banished; I can mix with society only as much as true necessity demands. If I approach near to people a hot terror seizes upon me, and I fear being exposed to the danger that my condition might be noticed. Thus it has been during the last six months which I have spent in the country. By ordering me to spare my hearing as much as possible, my intelligent doctor almost fell in with my own present frame of mind, though sometimes I ran counter to it by yielding to my desire for companionship. But what a humiliation for me when someone standing next to me heard a flute in the distance and I heard nothing, or someone standing next to me heard a flute in the distance and I heard nothing, or someone heard a shepherd singing and again I heard nothing. Such incidents drove me almost to despair; a little more of that and I would have ended me life -- it was only my art that held me back. Ah, it seemed to me impossible to leave the world until I had brought forth all that I felt was within me. So I endured this wretched existence -- truly wretched for so susceptible a body, which can be thrown by a sudden change from the best condition to the very worst. -- Patience, they say, is what I must now choose for my guide, and I have done so -- I hope my determination will remain firm to endure until it pleases the inexorable Parcae to break the thread. Perhaps I shall get better, perhaps not; I am ready. -- Forced to become a philosopher already in my twenty-eighth year, -- oh it is not easy, and for the artist much more difficult than for anyone else. -- Divine One, thou seest me inmost soul thou knowest that therein dwells the love of mankind and the desire to do good. -- Oh fellow men, when at some point you read this, consider then that you have done me an injustice; someone who has had misfortune man console himself to find a similar case to his, who despite all the limitations of Nature nevertheless did everything within his powers to become accepted among worthy artists and men. -- You, my brothers Carl and [Johann], as soon as I am dead, if Dr. Schmidt is still alive, ask him in my name to describe my malady, and attach this written documentation to his account of my illness so that so far as it possible at least the world may become reconciled to me after my death. -- At the same time, I declare you two to be the heirs to my small fortune (if so it can be called); divide it fairly; bear with and help each other. What injury you have done me you know was long ago forgiven. To you, brother Carl, I give special thanks for the attachment you have shown me of late. It is my wish that you may have a better and freer life than I have had. Recommend virtue to your children; it alone, not money, can make them happy. I speak from experience; this was what upheld me in time of misery. Thanks to it and to my art, I did not end my life by suicide -- Farewell and love each other -- I thank all my friends, particularly Prince Lichnowsky and Professor Schmidt -- I would like the instruments from Prince L. to be preserved by one of you, but not to be the cause of strife between you, and as soon as they can serve you a better purpose, then sell them. How happy I shall be if can still be helpful to you in my grave -- so be it. -- With joy I hasten to meed death. -- If it comes before I have had the chance to develop all my artistic capacities, it will still be coming too soon despite my harsh fate, and I should probably wish it later -- yet even so I should be happy, for would it not free me from a state of endless suffering? -- Come when thou wilt, I shall meed thee bravely. -- Farewell and do not wholly forget me when I am dead; I deserve this from you, for during my lifetime I was thinking of you often and of ways to make you happy -- please be so --



Ludwig van Beethoven Heiglnstadt,
[Heiligenstadt]October 6th, 1802


Derleyen: Ayhan Görür

23 Eylül 2007

Gülümseyişim herşeyi örten bir maske...Rahibe Teresa


* * *

* * *

Rahibe Teresa ataist, tanrıtanımaz mıydı?


'GÜLÜMSEYİŞİM BİR MASKE'


Hıristiyan âleminin hayırsever kahramanıyla ilgili olarak Kolodiejchuk'un kaleme aldığı 'Rahibe Teresa: Gel ve Işığım Ol' adlı kitapta Rahibe Teresa'nın çeşitli mektuplarındaki şu ifadeler göze çarpıyor:


"İnancım nereye gitti? Ruhumun derinliklerinde tam bir boşluk ve karanlık var. Tanrım, eğer varsan beni affet... Bu derin Tanrı özlemim geri tepti. Artık inanç yok, coşku yok aşk yok. Dua ederken dilim söylüyor ama yürekten konuşmuyor. Gülümseyişim aslında herşeyi örten bir maske. Kalbim Tanrı aşkıyla doluymuş gibi konuşuyorum... 'Bu ne ikiyüzlülük' dersiniz... Ben ne için çalışıyorum? Eğer Tanrı yoksa ruh da olamaz. Eğer ruh yoksa, ey İsa demek sen de doğru değilsin."

Rahibe Teresa ataist, tanrıtanımaz değildir.
Çünki:
"Tanrım, eğer varsan beni affet..."
diyerek, sadece
şüphe ve vesvesesini
dil getirerek, af diliyor.
Tanrı'yı reddetmiyor.
Hak yolunda hiçlik dönemini yaşıyor.

Ayhan Görür


* * *

İslâm'da
"şüphe" ve "vesvese"...

İSLÂM DÜŞÜNCESİNİN YAPISI
Selef/ Kelâm/ Tasavvuf/ Felsefe

S U N U Ş

Hz.Peygamber döneminde İslâm düşüncesi kayıtsız şartsız imâna dayanıyordu. Hz.Peygamber’in arkadaşları karşılaştıkları mes’eleleri O’na sorarak hallediyorlardı. Bununla birlikte imân esasları hakkında akıl yürütmek ve düşünmek yasaklanmış değildi. Hatta Hz. Peygamber şüphe ve vesveseyi taklidi imandan üstün görüyordu. O imân esasları hakkında şüphe izhar eden bir sahâbe için

“Onun durumunu vesvese haline yükselten Allah’a ham dolsun “

(İbn Hanbel, I, 34) buyurmuş ve vesvesenin
imânın esası olduğunu bildirmişti (Müslim, İmân, 211).

Prof.Dr.Süleyman Uludağ
İslâm Düşüncesinin Yapısı
adlı eserden alınmıştır...

Derleyen: Ayhan Görür

16 Eylül 2007

Kalkınma...Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Efendiler!

Avrupa'nın bütün ilerlemesine,
yükselmesine ve medenileşmesine
karşılık
Türkiye
tam tersine gerilemiş ve
düşüş vadisine yuvarlanmıştır.
Artık vaziyeti düzeltmek için
mutlaka Avrupa'nın nasihatini almak,
bütün dersleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak,
bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi
bir takım zihniyetler belirdi.
Halbuki,
hangi istiklâl vardır ki,
ecnebilerin nasihatleriyle,
ecnebilerin plânlarıyla
yükselebilsin?..
Tarih, böyle bir hâdiseyi
kaydetmemiştir!..

Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Derleyen: Ayhan Görür

Atatürk'ün Din Anlayışı...Mehmet Nuri Yılmaz

* * *
Ortaköy Camii, İstanbul


Atatürk'ün din anlayışı

Atatürk-din ilişkisi ülkemizde sürekli tartışılagelmiş konulardan biridir. Belirtmek gerekir ki, Atatürk din bahsinde en fazla gadre ve haksızlığa uğramış bir şahsiyettir. Bazı çevreler, din ile Atatürk arasında ters bağlantı kurarak Atatürk'ü dine karşı bir silah gibi gösterme içine girerken, kendilerini İslâm'ın müdafi ve sözcüsü yerine koyan diğer bazı çevreler de haksız bir şekilde onu din düşmanlığıyla itham etmişlerdir.

Atatürk, hakkında binlerce kitap, makale, yorum yazılmış büyük bir devlet adamıdır. Atatürk'ün din anlayışını onun hakkında yapılan yorumlardan ziyade, bizzat kendisinin bu konudaki söylev ve demeçlerine bakarak değerlendirmek lazımdır. Atatürk'ün din konusundaki görüş düşünceleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde, onun din aleyhine ve dinsizlik anlamına gelebilecek herhangi bir sözüne rastlamak mümkün değildir. Aksine dinimizden Hz.Peygamber'den dolayı övgü ve saygı ile bahseden, Müslümanlığından dolayı duyduğu onuru
dile getiren pek çok sözleri vardır.
* * *
Atatürk, 29 Ekim 1923'te kendisiyle görüşen Fransız muhabiri Maurice Pernot'ya verdiği demeçte, yazarın sorusu üzerine şöyle demiştir:

"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum.
Dinimize bizzat hakikate bizzat inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor.
Halbuki, Türkiye'ye istiklâlini veren bir Asya milletinin içinde daha karışık, sun'i, itakat-ı batıldan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller sırası gelince, tenevvür (aydınlanma) edeceklerdir. Onlar ziyaya (ışığa) takarrüp (yaklaşma) edemezlerse kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir.
Onları kurtaracağız."

Görülüyor ki Atatürk saf, temiz ve sade bir din anlayışı istemektedir. İslam dinine sonradan girmiş her türlü safsata, hurafe ve boş inançlara karşı akılcı bir din anlayışını benimsemektedir. Bunun ilk adımı da Kur'anı Kerim'in milletin bütün fertleri tarafından okunup anlaşılabilmesini sağlamakla atmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl bile geçmeden 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis'teki bütçe müzakereleri sırasında Kur'an-ı Kerim'in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkânlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir.

Bunun üzerine mealin Mehmet Akif Ersoy, tefsirin Elmalılı Hamdi Yazır, hadis tercümelerinin de Kâmil Miras tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak, Mehmet Akif bilahere bu görevi bırakarak aldığı avansı iade etmiş, hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazar tarafından yapılmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır'ın hazırladığı 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi" isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayınlanmıştır.

Atatürk, Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesinin şu gerekçeyle yapıldığını anlatıyor:

" Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın."

Ayrıca bu gerekçeyle hutbelerin de Türkçeleşmesini sağlamıştır. Ona göre hutbe demek, nasa hitap etmek, yani söz söylemek demektir.

" Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir.
Değerli hatiplerin siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır."

sözleri onun bu düşüncesini yansıtmaktadır.

* * *
Atatürk, aynı ismi taşıdığı Hz.Peygamber'e son derece bağlı ve saygılı bir insandı. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır. Batılı bir oryantalistin, Hz. Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine sunulur. Kitapta Yüce Peygamberden "Cezbeye tutulmuş sönük bir derviş" diye söz edilmektedir.

Bunu okuyunca Atatürk öfkelenerek şöyle der:

"Bu gibi cahil adamlar O'nun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri kavrayamazlar. O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yüyüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır."

Mehmet Nuri Yılmaz
Diyanet İşleri Eski Başkanı


CUMA SOHBETLERİ
Hürriyet Gazetesi; Cuma, 17 Kasım 2006

Derleyen: Ayhan Görür

8 Eylül 2007

Anne ve Çocuğu...GOETHE, Johann Wolfgang von

Hoş Geldin


İpek - Feyza
Photograph by Onur Görür

31.08.2007

Anne ve Çocuğu

Hiç kimse,
kollarında bir çocuk tutan anne kadar
çekici
ve
birkaç çocuk arasındaki bir anne kadar
saygıdeğer
değildir.


Goethe


İpek - Onur

_/ Ana, bedeninde var eder kızını; baba, ruhunda... _/
Adnan Binyzazar

www.ipekgorur.spaces.live.com

Derleyen: Ayhan Görür

3 Eylül 2007

The Mediterranean is Harmony with you - Akdeniz Yaraşıyor Sana...Can Yücel

* * *

The Mediterranean is in Harmony with you

The Mediterranean is in harmony with you
The stars sweat and you are sweating too
The same wet sparkle is on your nostrils
The noise of the motor boats does not stop
The dogs bark in the distance
A moment ago a child cried
A sheet is being shaken out from Fatma's window
Ali Dumdum is swearing for hours on end
The fishermen beat the sea
These sounds are like the earth swelling the silence
It is the silence garrulous of your geraniums
We lay on the veranda last night
the offshore summer breeze above us
My hands still smell of thyme
It was as though I didn't sleep with you
but was wandering the mountains
I learned from you how to write of the sea
The blue pencil is always in my hand
Like a fishing boat goes out on a trip
my teacher wife goes to school
I open out behind her
tracing a north wind in my exercise book
There is an island that is just shearwaters
it turns and turns in my head
The days I've lived with you
became a silver circle
when your sun touched my life
I found at last that smugglers' cave
as you dazzled my eyes open
Death is perhaps like washing
in those dark waters stolen from you,
greener than seaweed when still,
but blue after blue soaring with every fathom
I thought my losses, my débris, my alcoholic works
all belonged to this flat world
How was I to know I was on the peak of my happiness
I understood when I went out with you
You know those ancient Greek horses
with their curly manes

the trees with their projections are like them
when the day turns to evening
The Balan Peaks march
companies of souls march
towards the wholeness of beauty
My woman
you are in harmony with the Mediterranean

Can Yücel

Translated by Richard McKane and Feyyaz Kayacan Fergar


Fethiye, Turkey

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Seninle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değişince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağrasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik âsarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan iz düşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize


Can Yücel

Derleyen: Ayhan Görür

2 Eylül 2007

Akis...Can Yücel/Teodorakis

* * *
Knidos, Datça

AKİS

Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme...
Dudaklarım öpüşmekten mosmor...
Bir putum sanki ilâhilerle denize fırlatılmış
Ve bir deniz yağıyor üstüme
Bakma sen sevgili
Teodorakis
Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
Avluların o en çakırkeyiflisine
Mısır daneleri gibi serpilmişler ama
Mısır danesi değil ki bu adalar
Ne de biz güverciniz...

Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
Birbirimize
Ve kendimize
Bilâkis

Sen çaldıkça
Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme

Can Yücel


Derleyen: Ayhan Görür